ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

SUR

 İLÇENİN KURULUŞU VE KISA TARİHÇESİ Sur ilçesi; 2008 yılında, 5747 sayılı Kanunla, Diyarbakır’ın en eski yerleşim merkezinde kurulmuştur.
Sur İlçesi adını, ilçe merkezi ile çevirili bulunan Diyarbakır Sur’larından almıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Sur ilçesi, Dicle Nehri’nin kenarında, denizden 660 metre yükseklikte, Karacadağ’ın lavları üzerine kurulmuştur. ilçe, tarihin her devrinde büyük medeniyetlere ve zengin kültürlere beşiklik etmiştir. İlçede egemen olmuş büyük uygarlıkların bıraktıkları izlere ve çok sayıda tarihi eserlere, ilçenin her yerinde rastlamak mümkündür. Tarihi geçmişi; çok eskilere, M.Ö.7.500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Son dönemde yapılan arkeolojik kazılarda Dünyadaki en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğu görülmüştür. İlçede; sırasıyla Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve bir çok 30’a yakın uygarlıklar hüküm sürmüşlerdir. İlçe; çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin yerleşim alanı ve merkezi olmuştur. İlçe bir tarih ve kültür merkezi olma özelliğini her zaman koruyabilmeyi başarmıştır.
 Her uygarlık kendi kültürünü, öncekilerle kaynaştırıp, daha zengin hale getirerek yeni kuşaklara adeta bir ‘’Açık Hava Yazıtlar Müzesi’’ şeklinde sunmuştur. Görülmesi gereken yerler; dikkat çekici tarih eserler olan eski Diyarbakır evleri, Cahit Sıtkı Tarancı ve Arkeoloji Müzeleri, Meryem Ana Kilisesi, On Gözlü Köprüyü, Deliller ve Hasanpaşa Hanı, Kervansaraylari, Medreseleri, Hz. Süleyman Camii ve içinde bulunan 27 sahabe makberleri, Nebi Camii, Dört Köşeli ve Dört Ayaklı Minareleri, Anadolu'nun en eski ve ilk ibadete açılan, avlusunda bulunan şadırvanı, çeşitli devirlere ait kitabeleri ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinen Ulu Camii ve Dünya kültür mirası olarak kabul edilen Diyarbakır Surları görmeye değer eserlerdendir. NOT: İlçe hakkında geniş bilgi "Kültür ve Turizm" Başlığı altında verilmiştir.
 SUR İLÇE COĞRAFYA
 İlçenin Coğrafi Yapısı:Toplam yüz ölçümü 1.132 Km2 dir. Rakımı 660 metredir. Kuzeyde; Eğil, Dicle, Hani, Kocaköy, Doğuda; Hazro, Silvan, Bismil, güneyde; Çınar, Bağlar, batıda; Yenişehir ilçeleriyle komşudur. Arazi yapısı genelde düzdür, yüksek dağlar ve tepeler bulunmamaktadır. Dicle nehri, ilçe merkezinin kuzey ve doğu kenarından geçmektedir. İlçenin iklimi, yazları sıcak ve kurak, kışları yağışlı ve soğuk geçer. Temmuz ve Ağustos aylarında 42°C'ye kadar çıkan sıcaklık, Ocak-Şubat aylarında -6°C'ye kadar düşmektedir. İlçenin yıllık nem oranı aylara göre değişmektedir. En yüksek Aralık ve Ocak aylarında yaklaşık %76-86’dır. En düşük Temmuz ve Ağustos aylarında yaklaşık %37.5’e inmektedir. Ortalama nem %53'tür
 SUR İLÇE EKONOMİ VE TİCARET
 İlçe, yıllardır çevre il ve ilçeleri ile tarihi ve ticari bağlarını çok iyi sağlayabilmiştir. İlçe oldukça canlı ve hareketli bir ticaret merkezidir. Her türlü tarımsal, hayvansal ve sanayi ürünlerinin alınıp satıldığı bir bölge pazarıdır. Canlı hayvan ve hayvansal ürünlerin ticareti oldukça yaygındır. Çevrede yetiştirilen hayvanların büyük kısmı, ilçede bulunan canlı Hayvan Pazarı’nda satılmaktadır. İlçede kuyumculuk sanatı eskiden beri yaygındır. İlçe merkezinde bulunan tarihi kapalı kuyumcular çarşısı, çevrenin en önemli mücevherat merkezidir. İlçe merkezinde her çeşit ürünü satın alan esnaf bulunur. İl ve çevre ilçelerde yaşayan halkın çoğu ilçemizde ticaret yapmaktadır. Her çeşit elektronik, süs, ziynet, çeyiz, mutfak, giyim, gıda, baharat ve diğer ürünler bolca bulunur. Bu ürünlerin toptan ve perakende olarak satın alındığı hareketli ticaret merkezileri olan Melikahmet Caddesi, Balıkçılarbaşı, Gazi Caddesi ve Dağkapı semtlerinde yapılan alışveriş sırasında yoğun insan kalabalığında zaman zaman izdihamlar yaşanır. İlçede çok sayıda bulunan bankalar, ekonomik canlılığı arttırmaktadır. Sur, bol çeşitli ve hesaplı alışveriş yapılabilecek işyerlerinin bulunması nedeniyle, gündüz cazibe merkezi haline gelmektedir
. SUR İLÇE TARIM
 Tarımcılık, ilçenin en önemli gelir kaynağıdır. Yöre halkı yüzyıllardır tarım ürünleri yetiştirmektedir. Başta buğday, pamuk, arpa, mercimek, mısır, fasulye, pirinç, susam, keten, meyankökü vs. pek çok ürün yetiştirmektedir. Meyankökünden yapılan şerbetler, aşırı yaz sıcaklarda harareti düşüren etkili bir içecek olarak tercih edilmektedir. Dicle Nehri kenarında yetiştirilen karpuzun büyüklüğü, lezzeti ve kalitesi ilimizin simgesi haline gelmiş ve en kaliteli ürün olarak kabul edilmiştir. İlçede 2009 yılı Çiftçi Kayıt Sistemine kayıtlı 4075 üretici ve 779.850 Da tarım arazisi mevcuttur. Mevcut arazinin yaklaşık %18 inde sulama imkanı bulunmaktadır Tarımsal Ürünler
 SUR İLÇE TANITIM
 Sur ilçesi; 2008 yılında, 5747 sayılı Kanunla, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde, Diyarbakır’ın en eski yerleşim merkezinde kurulmuştur. Sur İlçesi adını, ilçe merkezi ile çevirili bulunan Diyarbakır Sur’larından almıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin orta bölümünde yer alan Sur ilçesi, Dicle Nehri’nin kenarında, denizden 660 metre yükseklikte, Karacadağ’ın lavları üzerine kurulmuştur. ilçe, tarihin her devrinde büyük medeniyetlere ve zengin kültürlere beşiklik etmiştir. İlçede egemen olmuş büyük uygarlıkların bıraktıkları izlere ve çok sayıda tarihi eserlere, ilçenin her yerinde rastlamak mümkündür. Tarihi geçmişi; çok eskilere, M.Ö.7.500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Son dönemde yapılan arkeolojik kazılarda Dünyadaki en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğu görülmüştür. İlçede; sırasıyla Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve
 bir çok 30’a yakın uygarlıklar hüküm sürmüşlerdir. İlçe; çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin yerleşim alanı ve merkezi olmuştur. İlçe bir tarih ve kültür merkezi olma özelliğini her zaman koruyabilmeyi başarmıştır. Her uygarlık kendi kültürünü, öncekilerle kaynaştırıp, daha zengin hale getirerek yeni kuşaklara adeta bir ‘’Açık Hava Yazıtlar Müzesi’’ şeklinde sunmuştur. İlçe; dikkat çekici tarihi eserlerle doludur. Sağlam ve itina ile yapılan, onlarca asır ayakta durabilen; ince ve ilginç mimarı özellileri ile görenleri hayrete düşüren eşsiz eserler olan camileri, medreseleri, minareleri, müzeleri, şadırvanları, kiliseleri, köprüleri, kervansarayları, hanları, hamamları, evleri ve en önemlisi tarihi surları ve birçok yerinde bulunan işlemeli, kabartmalı kitabeleri ve motifleri, geçmişi geleceğe taşıyan bir ayna misali tarihi ve kültürel gelişimi açıkça sergilemektedir.
 SUR İLÇE TARİHİ MEKANLAR
 SUR İLÇE TARİHİ ESERLER
 SUR İLÇE TARİHİ YERLER
 TARİHİ DİYARBAKIR SURLARI Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun, zamana ve tüm yıpratıcı koşullara rağmen ayakta durabilecek kadar sağlam ve dünya kültür mirası olarak kabul edilen Diyarbakır Surları, ilçe merkezini çevrelemektedir. İç Kale ve Dış Kale olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Dış Kale, Dağ Kapı (kuzey), Urfa Kapı (batı), Mardin Kapı (güney) ve Yeni Kapı (doğu) olmak üzere dört kapı ile dışarıya açılır. Dış Kale 5,5 km uzunluğunda ve 82 burç bulunmaktadır. Burçların yükseklikleri 10-12 metre, kalınlıkları ise, 3-4 metredir. Dış Kale’nin kuzeydoğu köşesinde ayrı bir sur ile çevrili İç Kale bulunmaktadır. İç Kale’de, Virantepe diye adlandırılan tepe üzerinde gerçekleştirilen kazılarda 13.yüzyılın başına ait bir Artuklu Sarayı ortaya çıkarılmıştır. Kalelere bir bütün olarak bakıldığında, bir kalkan balığı şeklini andırır. İç Kale özel bir önem kazanmış ve her devirde yönetim merkezi olmuştur. Savunma amaçlı olarak yapılan ve M.Ö. 349 yılında Bizans İmparatoru Costantinus tarafından yenilenen surların, yapılış tarihi,
 ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Bölgenin ilk yerli halkı olan Hurriler (M.Ö. 4000 - 3000) tarafından inşa edildiği tahmin edilmektedir. Surlarda çok sayıda motif ve 12 medeniyete ait kitabeler bulunmaktadır. Surların üzerinde bulunan kabartma ve motifler ile her medeniyet ve devrin tarihsel gelişimini göstermektedir. Diyarbakır Surları yapıldıkları dönemden bu güne kadar, her şeye rağmen fazla tahrip olmadan gelebilmiştir. Surlarda Roma, Bizans, Arap, Türk-İslam, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait son derece güzel ve birer Sanat eseri olan burçları, kapıları, kabartma ve figürleri yan yana görmek mümkündür. Bu yapıtların hem tarihi özelliği hem de o dönemler ait düşünce sistemi, sanat zevki, bitki ve hayvan zenginliği bakımından önemleri vardır. Anadolu eski tarih geçmişinin en önemli kültürel miras olan Diyarbakır surları, üzerinde taşıdığı bitkisel ve hayvansal motifler yanında kitabeleri oluşturan kaligrafik unsurlarla çok önemli, estetik değer taşıyan eserlerdir. Surlarda Roma, Bizans, Arap, Türk-İslam, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait son derece güzel ve birer Sanat eseri olan burçları, kapıları, kabartma
ve figürleri yan yana görmek mümkündür. Bu yapıtların hem tarihi özelliği hem de o dönemler ait düşünce sistemi, sanat zevki, bitki ve hayvan zenginliği bakımından önemleri vardır. Anadolu eski tarih geçmişinin en önemli kültürel miras olan Diyarbakır surları, üzerinde taşıdığı bitkisel ve hayvansal motifler yanında kitabeleri oluşturan kaligrafik unsurlarla çok önemli, estetik değer taşıyan eserlerdir. Bin yıllara dayanan tarihi özelliği ile Küfî yazışı Diyarbakır surlarının duvarlarına bir başka biçimde özellik ve önem kazandırmıştır. Bu yazı ile taş, Tarihsel bir belge olmanın ötesinde plastik olgunluğun doruğuna çıkarak surlara bir yücelik kazandırmıştır. İslam sanatının her sahasında en iyi bir biçimde değerlendirilen hat sanatı taş üzerine yazılması yanında mimariye de hayat vermiştir. Bu taşlar üzerinde yer alan Küfî yazısı ile yazılmış kitabeler insanı maddi alemden mana aleminin sonsuz derinliklerine götürmektedir. Bitkisel bezemelerle bir arada şekillendirilen Küfî yazısı; bir taraftan tarihin "zaman tünelinden" geçerek günümüz insanına belge niteliği ile bilgi ulaştırırken, bir taraftan da güzelliğin esintileri ile ruhun derinliklerine işlemektedir. İnsan bu Tarihi manzara karşısında kendisinden geçmektedir. Kitabeler hemen hemen Diyarbakır surlarının önemli bir yüzünü çevre sarmaktadır.
 Hanlar ve Kervansaraylar Sur, Tarihi İpek Yolu'nun merkezlerinden olması sebebi ile önemli hanlara sahiptir. Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çiftehan ve Yeni Han eskiden beri ticaretin yoğun olarak yapıldığı hanlardır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de halı, kilim ve gümüş işleme satan dükkanlar varlığını sürdürmektedir. Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı) Mardin Kapı mevkiinde bulunmaktadır. Mimari kimliğini koruyarak, günümüze kadar ayakta kalabilmiş hanların en önemlilerinden biridir. 1527 yılında Diyarbakır Valisi Hüsrev Paşa tarafından arkasındaki cami ve medrese ile birlikte yaptırılmıştır. Binanın Deliller Hanı olarak anılmasının sebebi, Hicaz’a gidecek hacı adaylarını götürecek delillerin (rehber) bu handa kalmalarındandır. Hasanpaşa Hanı Ulu Cami’nin doğusunda, Gazi Caddesi’nin üzerindedir. Osmanlı dönemi Valilerinden Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır. Avlulu, iki katlı gayet metin ve muhkem olarak inşa edilmiştir. Avlunun ortasında sütunlu ve üstü kubbeli bir şadırvan bulunmaktadır. Tarihi On Gözlü Dicle Köprü Köprü ilçenin güneyinde, Mardin Kapısı dışında ve şehre 3 km mesafededir. Köprünün bugün ayakta görülebilen kısımlarının 1065 tarihinde Mervaniler döneminde Übeyd oğlu Yusuf isimli bir mimar tarafından inşa edildiği üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır. Köprü Kesme bazalt taştan 10 gözlü olarak inşa edilmiştir. Altından Dicle Nehri akmaktadır.
 SUR İLÇE MÜZELER MÜZELER
 İlçenin sahip olduğu tarihî eserlerin çokluğu nedeniyle turistik merkezi olma özelliği, son yıllarda daha da net olarak belirginleşmiştir. İlçedeki tarihî eserler arasında yer alan, dar sokaklar boyunca sıralanmış kendine özgü sivil mimari yapıya sahip Diyarbakır evleri dikkat çeker. Edebiyatımızda ölüm ile hayat arasındaki bağlantıyı en güzel şekilde ifade eden, Diyarbakır’lı şair Cahit Sıtkı TARANCI ile edebiyatçı Ziya GÖKALP’ın evleri restore edilerek müze haline getirilmiştir. Cahit Sıtkı Tarancı Müze Evi İlçede bulunan ünlü şair Cahit Sıtkı TARANCI’nın doğduğu ev müzeye dönüştürülmüştür. Diyarbakır sivil mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan Cahit Sıtkı TARANCI Müzesinde; şairin kitapları, el yazıları, kullandığı eşyaları, fotoğrafları ve kütüphanesi sergilenmektedir. Ziya Gökalp Müze Evi İlçenin tipik tarihi evlerinden biri olan Ziya GÖKALP’ın evi, 1808 yılında inşa edilmiştir. İki katlı bu yapıda malzeme olarak siyah bazalt taşı kullanılmıştır. Ünlü edebiyatçı düşünür Ziya GÖKALP’ın 1876 yılında doğduğu ev 1956 yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açılmıştır. Bu müzede yazara ait eşyaların ve yörenin etnografik eserleri sergilenmektedir.
 SUR İLÇE KONAKLAR
TARİHİ İSKENDERPAŞA KONAĞI İskender Paşa Konağı Diyarbakır Sur İlçesi İskender Paşa Mahallesinde bulunmaktadır. 1551 yılında Diyarbakır Valiliğine atanan ve on dört yıl burada valilik yapan Diyarbakır’ın 12.Valisi İskender Paşa tarafından kendisi için ikametgah olarak yaptırılmıştır. Konak tipik Diyarbakır ev mimarisini yansıtmaktadır. Birbirine yapışık iki blok halinde yapılmıştır. Yaklaşık 35.00 x 35.00 m boyutundaki büyük avlunun ( 1225 m2) zemini tamamen taştandır. Avlu oldukça büyük ve avlunun içinde büyük bir bahçe mevcuttur. Bahçenin etrafı diğer evlerin duvarlarıyla çevrilidir. Konak L şeklinde harem bölümü ve arkada ise selamlık bölümü halinde yapılmıştır.Konağın güney kanadında yan yana gerisi avluya taşkın üç ve iki; batı kanadında ise iki gözlü birer eyvan vardır.Selamlığın zemin katı da üç gözlüdür.Eyvan sayıları tamamen bir zenginlik göstergesidir.Konak 'Vakıf Müzesi' olarak kullanılmak üzere Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmektedir.
 SUR İLÇE CAMİLER
 TARİHÎ CAMİLER Sur; tarihi camiler bakımından oldukça zengin bir ilçedir. Ulu Cami, Nebî Camii, Hz. Ömer Camii, Hz. Süleyman Camii, ile birlikte Safa, Lala Bey, Şeyh Matar, Şeyh Yûsuf, Fâtih Paşa, Hüsrev Paşa, İskender Paşa, Behram Paşa, Melek Ahmed Paşa, Ali Paşa, Defterdâr Nasuh Paşa ve Kurt İsmail Paşa Camileri Sur’un en önemli tarihî camileridir. 16. yüzyılda Osmanlı zamanında inşa edilen, Mimar Sinan'a atfedilen Behram Paşa, Ali Paşa, İskender Paşa ve Melik Ahmed Paşa Camileri ile Alipaşa Medresesi Sur İlçesindedir.
 1. ULU CAMİ İlçede bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü, en ünlüsü ve en eskisi Diyarbakır Ulu Cami'dir. Hicri 639 yılında İslâm orduları Diyarbakır’ı fethedince kentin en büyük kilisesi olan Mar Tomar Kilisesi'nin camiye dönüştürülüştür. Ulu Camii Anadolu'nun en eski ve ilk ibadete açılan, ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif olarak bilinmektedir. Mabedin ilk yapılışı Hz. Musa zamanında yapıldığı rivayet edilmektedir. Tarih boyunca pek çok değişikliğe uğramış olan camii, kesme taştan inşaa edilmiş olup, büyük ve gösterişli bir yapıdır. Diyarbakır Ulu Camii, planının yanı sıra bezemeleri ve mihrabı, şadırvanı, minaresi gibi mimari unsurları ile de Anadolu mimarisinde önemli bir yer tutmaktadır. Ulu Cami; Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve Osmanlı dönemlerine ait kitabeleri ve mimari özellikleri ile büyük bir değer taşımaktadır. Diyarbakır Ulu Camii Bir külliyeyi andıran Ulu Camii, ortadaki dikdörtgen biçimindeki büyük avlunun etrafında yer alan çeşitli bölümlerden oluşur. Avlunun güneyinde Hanefîler bölümü, kuzeyinde Şafiîler bölümü ve Mesûdiye Medresesi, batısında Hanbeliler bölümü ve Zinciriye Medresesi ile doğusunda Malikiler bölümü ve revaklı bölümler bulunmaktadır. Ancak günümüzde Hanbeli bölümü Kur’an Kursu, Malikiler bölümü ise kütüphane olarak kullanılmaktadır. Cami avlusunun ortasında bulunan sekizgen sütunların taşıdığı şadırvan 1266/1849 yılında yapılmıştır. Şadırvanın sütunları mermer işlemeli olup üstü sivri bir kubbeyle örtülüdür. Ayrıca Cami avlusunda tarihi güneş saati bulunmaktadır. Arsa alanı 2600 m², cami alanı 1100 m² ve cemaat kapasitesi 4000 kişi olup içinde “Sakal-ı Şerif”de bulunan, tek şerefeli tek minareye sahip Diyarbakır Ulu Cami’nin mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.
 2. NEBİ CAMİİ Nebi Camii, Dağ Kapı’da, Gazi Caddesi ile İzzet Paşa Caddesi'nin kesiştiği köşede yer almaktadır. Minaresinde bulunan “Kâle’n-Nebî: Peygamber (s.a.v.) buyurdu” diye başlayan kitabelerin (hadis-i şeriflerin) çokluğundan dolayı Nebi Camii diye isimlendirilmektedir. Nebî Cami mimaresinden “Kâle’n-Nebî diye başlayan bir kitabe Minaresinin üzerindeki 936/1530 tarihli kitabeden Diyarbakırlı Kasap Hacı Hüseyin adlı bir şahsın bu kısmı yaptırdığı anlaşılsa da, ana binanın kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat taş örtülü tek kubbeli caminin, 15. yüzyıl Akkoyunlu eseri olduğu tahmin edilmektedir. Nebî Camii Nebi Camii daha önce geniş bir alan üzerine yayılmış bir halde Şâfiîler kısmı, Hanefîler kısmı ve medrese bölümlerinden oluşmaktaydı. Günümüzde Nebi Camii olarak bilinen ve kullanılan Şafiîler kısmının tamamı ile medresenin bir bölümü mevcuttur. Diyarbakır’da 1717–1719 yılları arasında valilik yapan Köprülü Abdullah Paşa, Nebi Camii’nin arka tarafında, eşi Zübeyde Hanım ve kızı Leyla Hanım için bir türbe yaptırmıştır (Zübeyde ve Leyla Hanımlar Türbesi). Bu türbe bugün ayaktadır. Cami, Diyarbakır’ın özelliği olan siyah bazalt taşından inşa edilmiştir. Ancak son cemaat yeri cephesinde ve minarede bir sıra beyaz, bir sıra siyah bazalt taş ile değişik bir yol denenmiş ve tek düzen görünüş engellenmiştir. Evliyâ Çelebi, Nebi Camii’ni şöyle tasvir etmektedir: "Dağ kapısı yakınında bir eski camidir. Gayet ruhaniyetli olup, kubbeleri kârgirdir. Baştanbaşa kurşunludur. Dört köşe bir minaresi vardır. Bir tarafında Şâfiîler Camii var. Mihrab ve minberi, müezzinler mahfili gayet sanatlıdır. Bunun da cemaati çoktur. Yapıcısı, Hazret-i Peygamberi rüyasında görüp, onun öğretmesiyle yaptığı için Peygamber Camii derler.
 3. HAZRETİ SÜLEYMAN CAMİİ Hazreti Süleyman Camii, Saray Kapı yanında bulunmakta ve Nasıriyye, Murtaza Paşa, Kale ve Hâlid b. Velid Camii isimleri ile de anılmaktadır. Minare üzerindeki kitabeye göre 555/1160 tarihinde Nisanoğulları döneminde, Cemalüddevle ünvanlı Nisanoğlu Kemaleddin Ebu’l-Kâsım Ali (1156–1179) tarafından yaptırılmıştır. Mimarı muhtemelen Diyarbakır’daki Nisanoğlu dönemi yapılarında adı geçen Hibetullah el-Gürgani’dir. Evliyâ Çelebi, caminin, fetih sonrası inşa edilen ilk cami olduğunu belirtmektedir. Önemli bir ziyaret yeri olması yüzünden camiye her devirde eklemeler yapılmış olması mümkündür. Çeşitli devirlerde onarılan cami, Osmanlı döneminde, 1631 tarihinde Silahdar Murtaza Paşa tarafından tamir ettirilmiş, cami yanına da bir çeşme eklenmiştir. Hazreti Süleyman Camii, son olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce genel onarımdan geçirilmiştir. Minaresi, Diyarbakır ve çevresinde örneklerine rastladığımız gibi karedir, enine yer yer silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya çalışılmıştır. Üzerindeki yazıtın varlığı minareyi 555/1160 yılına götürmektedir. Cami avlusunda bulunan türbenin bir zamanlar inilebildiği söylenen alt kısmında, bodrum katında, Hâlid b. Velid (r.a.)’ın oğlu Hz. Süleyman (r.a.) ile Diyarbakır'ın fethi sırasında şehit düşen 27 sahâbenin medfûn olduğu şehitlik bulunmaktadır. Hazreti Süleyman Camii
 4. BEHRAM PAŞA CAMİİ Sur camilerinin en görkemlilerinden olan Behram Paşa Camii, Sur’un güneybatısında Melik Ahmet Paşa Caddesi, Ziya Gökalp Mahallesi’nde bulunmaktadır. Taçkapı’daki inşa kitabesine göre Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa’nın emri ile 1564 tarihinde yapımına başlanmış ve 1572 tarihinde inşası tamamlanmıştır. Aynı tarihte caminin hemen bitişiğine bir de medrese inşa edilmiştir. Cami, Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılmaktadır. Diyarbakır’daki Osmanlı dönemi camilerinin en güzel ve en görkemli örneğini teşkil etmektedir. Caminin giriş kapısının üstündeki sağ ve sol sahanların ters düzeninin bugünkü inşaatlarda kullanılan modern sıkıştırma usulünün günümüzden 400 sene önce taş inşaatına uygulanması suretiyle yapılması bilim adamlarının dikkatini çekmekte ve takdirini kazanmaktadır. İç görünüş olarak cami, altta ve onun üstündeki galeri kemerleriyle düz duvar görünümünden kurtulmuş, alttaki küçük çinili mihrapçıklarla daha zengin bir görünüş kazanmıştır. Behram Paşa Camii
 5. İSKENDER PAŞA CAMİİ Güzel ve sanatlı bir eser olan ve Mimar Sinan'a atfedilen İskender Paşa Camii, Sur İlçe Merkezinde bulunmaktadır. Caminin yapımına, Diyarbakır’ın 12. Osmanlı Valisi İskender Paşa’nın emriyle 1554 senesinde başlanmış ve üç yılsonunda 1557’de tamamlanmıştır. İskender Paşa 1551–64 yılları arasında, Diyarbakır’da vali olarak 14 yıl görev yapmış ve bu yöreye gönülden bağlandığını yaptırdığı cami ile göstermiştir Caminin doğu yönündeki hazirede yer alan, biraz değişik planlı türbede İskender Paşa neslinden Şair Yusuf Raif Efendi, kızı ve bir torunu medfûndur. İskender Paşa’nın nesli Diyarbakır’da yaşamaya devam etmektedir. Kayıtlardan İskender Paşa Camii külliyesi içinde İskender Paşa Medresesi’nin olduğu anlaşılmaktadır. Cami, kurşun kaplı tek kubbeli ve kare planlıdır. Köşe kemerleriyle kare plan üstte sekizgene dönüşür. Sekiz pencereli kasnak dışarıda onaltıgendir. Kuzeyde aşı boyalı ufak mahfili vardır. Tamamen düzgün kesme taş ile yapıdan ayrı inşa edilen mihrabın üzerindeki süslemeler oyma tekniğinde geometrik şekil ağırlıklı olarak yapılmıştır. Ancak mihrabın alt kısmı, bugün son dönem çinileriyle kaplıdır. İskender Paşa Camii
 6. ALİ PAŞA CAMİİ İlçenin önemli camileri arasında sayılan Ali Paşa Camii, Mardin Kapı ile Urfa Kapı arasında aynı adla anılan mahallede, surlara yakın cadde kenarında bulunmaktadır. Diyarbakır’ın 6. Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa’nın isteği üzerine 1534–1537 yılları arasında yapılmıştır. Külliye şeklindeki yapılar topluluğundan oluşan tek kubbeli caminin doğusunda Şafiîler kısmı, batısında medrese, kuzeydoğu yönünde ise dikdörtgen planlı “zikirhâne” bulunmaktadır. Caminin kuzey yönünde eskiden bir de hamam bulunduğu bilinmektedir. Ali Paşa Camii’nin “Şafiîler Kısmı” ise bir hayırsever tarafından 1769–1770 tarihleri arasında eklenmiştir. Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılan caminin iç duvar eteklerini kaplayan altıgen mavi renkli çinileri enfestir. Ses akustiği de ses cihazı kullanmayı gerektirmeyecek şekilde harikadır. Ali Paşa Camii’nin vakfiyesi günümüze ulaşmamıştır. Ali Paşa Camii

 7. ŞEYH MATAR (DÖRT AYAKLI MİNARE) CAMİİ

 Dört Ayaklı Minare ve Kasım Padişah isimleri ile de bilinen cami, Sur İlçesi Savaş Mahallesinde bulunmaktadır. Minaresindeki yazıtından 906/1500 yılında ismini de aldığı Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Minarede bulunan kitabede “Âdil Sultan Kasım Han’ın saltanatı zamanında inşa edildi” yazılıdır. Şeyh Matar Camii’nin minaresi hakkında Diyarbakır Salnâmeleri’nde İslâmdan önce yapılmış sağlam ve yüksek bir eser olduğu, fetihten sonra yanına cami inşa edilerek minare olarak kullanılmaya başlandığı bilgisi bulunmaktadır. Caminin yapıldığı alanın, Şeyh Mutahhar isimli bir kimsenin mezarının bulunduğu arsa olduğu için, caminin Şeyh Mutahhar adıyla anıldığı söylenmektedir. Şeyhmatar Camii Minaresi
 8. HÜSREV PAŞA CAMİİ Hüsrev Paşa Camii, Cemal Yılmaz Mahallesindedir. Mardin Kapı yakınında, Deliller Hanı’nın arkasında bulunmaktadır. Cami Diyarbakır’ın ikinci Osmanlı valisi olan Hüsrev Paşa tarafından 1521–1528 tarihleri arasında Hüsreviyye Medresesi olarak yaptırılmış fakat 1728 tarihinde silindirik bir minare eklenerek dershane kısmındaki mescid, cami haline getirilmiştir. Kuzeydeki medrese portalinden yapıya girilmekte, sağ ve sol taraflarda medrese odaları yer almaktadır. Cami kısmı ve medrese, 1966 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce esaslı bir onarıma tabi tutulmuştur. Medresenin mescit kısmı bugün cami olarak kullanılmaktadır. Hüsrev Paşa Camii
 9. FATİH PAŞA (KURŞUNLU) CAMİİ Kubbelerinin kurşun ile kaplı olmasından ötürü Kurşunlu diye de anılan Sur’daki ilk Osmanlı eseri olan cami, İlçe Merkezi Fatih Paşa Mahallesindedir.Cami, Diyarbakır’a ilk Osmanlı valisi olarak tayin edilen Bıyıklı Mehmed Paşa tarafından 1516–1521 yılları arasında yaptırılmıştır. Fatih Paşa Camii’nin kuzeydoğusunda bulunan avlulu iki sahnlı Şafiî bölümü ise, geçmişte Latifiye Medresesi olarak hizmet veren bu bölüm, uzun süre âtıl olarak kalmış ise de, 2004 yılında onarılarak SHÇEK Kadın ve Çocuk Eğitim Merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Camii’nin mimari yapısı Sur’daki camilerin en boyutlu ve özenlisidir. Merkezdeki kubbeyi dört ana yönde dört yarım kubbe desteklemektedir. Caminin son cemaat yeri sekiz sütuna dayanan yedi kubbe ile örtülüdür. Minare batı uçtadır. Kare kaide siyah taştan olup üst köşelerindeki profillerle beyaz taşlı gövdeye geçilir. Minarenin batısına, iki kemerli, üstü kapalı ve kapısı az çok özenli bir türbe bulunmaktadır. Fatih Paşa (Kurşunlu) Camii
 10. SAFA (PARLI) CAMİİ Safa Camii, Sur İlçesi, Melik Ahmet Caddesinde bulunmaktadır. Camii’nin yapım tarihi hakkında kesin olarak bilinmemekle beraber, 15. yüzyılın ortalarında Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd Sâfi’nin isteği üzerine Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Safa ( Parlı ) Camii Minaresi Evliyâ Çelebi, minarenin kirecine yetmiş yük Diyarbakır çevresinde yetişen kokulu bitkiler, Misk-i Hoten, katılarak bina edildiği için İparî yani Miskli Cami denildiğini ifade etmektedir. Bu yüzden o dönem Safa Camii’nin minaresinin kılıf içinde tutulduğu ve sadece cuma günleri bu kılıfın çıkarıldığı ifade edilmektedir. Günümüzde minarenin koku özelliği fark edilememektedir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen bir alanı kaplayan yapının kuzey cephesi boyunca beş kubbeli son cemaat yeri revakı uzanmaktadır. İç mekân ortada 4’ü bağımsız 8 ayak üzerine bir kubbe ile kapatılmıştır. Safa Camii’nin en önemli yanlarından biri, ana kapıdan içeri girilince görüleceği gibi orta alanda meydana gelen sekiz ayağa oturan orta kubbesidir. Maksure kubbesi, sekizgen kasnak ve piramit külahla örtülüdür. Alaturka kiremit kaplıdır. Dört ana yöne birer tepe penceresi vardır. Kasnak dışında kalan örtü yanlara akıntılı ve dolgulu olup, sular çörtenlerle akıtılır.
 11. MELİK (MELEK) AHMED PAŞA CAMİİ Osmanlı çinileri ile dikkat çeken cami, Sur İlçesi’nde, Urfa Kapı yakınında, Melik Ahmet Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Diyarbakırlı Melek Ahmed Paşa tarafından 1587–1591 yılları arasında yaptırılmıştır. “Melek Ahmed Paşa”, üç kez Diyarbakır valiliği ve sadrazamlık da yapmış olan Silahdar Melek Ahmed Paşa ile karıştırılmamalıdır. Camiyi yaptıran Ahmed Paşa, Diyarbakırlı sevilen ve etkin bir hayır sahibidir. Melik (Melek) Ahmed Paşa Camii
 12. LALA KÂSIM (LALE) BEY CAMİİ Lala Kâsım Bey Camii, Sur İlçesi, Lalebey Mahallesi’nde bulunmaktadır. Akkoyunlu eseri olan cami, üç kubbeli son cemaat yeri, bunun batısında, alt katı türbe, üst katı hücre, batısında minaresi olan, tek katlı, tek kubbeli, siyah bazaltla örülü kârgir bir yapıdır. Kareye çok yakın planlı iç alanı kubbe örtmektedir. Dört yöne ikişer pencere yerleştirilmiştir. Planı, Nebî ve Şeyh Matar Camii planlarına benzemektedir. Lala Kâsım Bey Camii 13. NASUH PAŞA CAMİİ Nasuh Paşa Camii, Sur İlçesi, Fatih Paşa Mahallesi’nde bulunmaktadır. Cami, doğudaki minare, son cemaat yeri, avlu ve batıdaki harimden oluşur. 1606–1611 tarihleri arasında yaptırılmış küçük bir yapıdır. 1606 yılında Diyarbakır valiliğine atanan Nasuh Paşa’nın hanımı Servisehiy tarafından yaptırılmıştır. Belgelerde bu camin adı Servisehiy Hatun Camii olarak da geçmektedir. Nasuh Paşa Cami
 14. HAZRETİ ÖMER CAMİİ Daha çok Hz. Ömer Camii olarak bilinmekle birlikte kaynaklarda Ömer Şeddad Cami olarak da zikredilen caminin yapım tarihi ve yaptıranı kesin olarak belli değildir. Gerek halk arasında, gerekse Osmanlı dönemine ait belgelerde caminin Hz. Ömer tarafından yaptırıldığı kanaati yaygın ise de Hz. Ömer’in buraya gelmediği dikkate alınarak, Âmid’in fethinden (18/639) sonra Mardin Kapı’nın sağındaki burç içerisinde, burada bulunan sütun ve başlıklardan yararlanılarak Hz. Ömer’e ithafen yapılmış olduğu veya vaktiyle orada yan yana bulunan üç kapının ikisinin girişlerinin Nisanoğulları döneminde (1141–1183) kapatılarak oluşturulduğu tahmin edilmektedir. Hz.Ömer Camii
 SUR İLÇE MEDRESELER
 MEDRESELER Medrese kelimesi, İslâm tarihinde orta ve yüksek dereceli öğretim kurumlarının genel adı olarak kullanılmıştır. Sur ilçe merkezinde Osmanlı öncesi ve Osmanlı dönemine ait Nasuh Paşa, Hacı İsmail b. Ali, Latifiye, Bakır, Hüsreviyye, Şucaciye, Hâce Ahmed, Şeyh Rumî, Ali Paşa, Behram Paşa, Melek Ahmed Paşa, Rağibiye, Kadiriyye, Nebi Camii (Seyfeddin), İmadiye, Mesûdiye, Zinciriye, İpariye ve Ulu Cami medreselerinin bulunduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Eski bir bilim ve kültür merkezi olan Sur'da medrese mimarisinin güzel ör­neklerine rastlamak mümkündür. Zincîriye Medresesi, Mesû­diye Medresesi, Ali Paşa Medre­sesi, Muslihüddîn-i Lârî Medresesi ayakta kalan en güzel örnek eserlerdendir.  
1. ALİ PAŞA MEDRESESİ Ali Paşa Medresesi, Sur İlçesi’nde bulunan Ali Paşa Camii’nin batısında bulunmaktadır. Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılan medrese, Diyarbakır’ın 6. Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534–1537 yılları arasında yaptırılmıştır. Medrese, günümüzde kullanılmamakla birlikte, yakın zamanda onarım görmüş ve sağlam bir haldedir. Son dönemde medresenin hemen yanına inşa edilen iki katlı bina Sur İlçe Müftülüğüne bağlı Ali Paşa Kız Kur’an Kursu olarak hizmet vermektedir. Ali Paşa Medresesi Medrese, dikdörtgen avlunun doğu ve batısına sıralanan tek katlı, önü eyvanlı beşer oda ile avlunun güneyini çevreleyen yarım sekizgen planlı bir açık dershaneden meydana gelmiştir. Medresenin sağ ve sol kanatları birbirinin aynıdır. Odaların önünde beşik tonoz örtülü eyvan vardır.
 2. HÜSREVİYE MEDRESESİ Sur İlçesi Mardin Kapı semtinde yer alan Hüsreviye Medresesi, Diyarbakır’ın 2. Osmanlı Valisi Hüsrev Paşa tarafından 1521–1528 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Kuzeydeki medrese portalinden yapıya girilmekte, sağ ve sol taraflarda 14 adet medrese odaları yer almaktadır. Ana girişin tam karşısında ise caminin giriş kapısı yer almaktadır. Medresenin mescid kısmına, 1728 yılında minare eklenerek cami haline getirilmiştir. 1561'de Diyarbakır valiliğine atanan İskender Paşa'nın davetini kabul ederek Diyarbakır'a gelip yerleşen ünlü bilgin Musihüddîn Lârî uzun süre bu medresede baş müderrislik görevi yapmıştır. Cami ve medresenin mimari yapısı hakkında Metin Sözen şu bilgileri vermektedir: “Yapıya kuzeydeki medrese portalinden girilmektedir Cami olarak kullanılan kısım, ilgi çekici bir plan tipi göstermektedir. Bütün yapı bir sıra siyah bir sıra beyaz kesme taşlardan yapılmıştır. Orta avlunun etrafını, ayaklara dayanan sivri kemerli revaklar çevirmekte, arkalarında ise medrese odaları yer almaktadır. Tam güneydeki cami kısmında revaklar yapılmamış, camiye doğrudan giriş sağlanmıştır. Hüsreviye Medresesi
 3. LATİFİYE MEDRESESİ Latifiye medresesi, Sur İlçesi’nde bulunan Fatih Paşa Camii’nin kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Burası aslında Fatih Paşa Camii’nin Şafiîler bölümü olmakla birlikte 19. yüzyılda aynı zamanda Latifiye adı ile medrese olarak kullanıldığı bilinmektedir. Latifiye Medresesi İki sahınlı medrese, uzun süre âtıl olarak kalmış ise de 2004 yılında onarılarak SHÇEK Kadın ve Çocuk Eğitim Merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. 4. MESÛDİYE MEDRESESİ Ulu Cami Külliyesi içinde yer alan Mesûdiye Medresesi, Ulu Cami’nin kuzey kanadı doğu yarısında camiye bitişik olarak yer almaktadır. Mesûdiye Medresesi Sur'da yapılan ilk büyük medresedir. En eski tarihli kitabesinden öğrenildiğine göre medresenin yapımına hicri 595/1198 yılında Artuklu Meliki Ebu Muzaffer II. Sökmen zamanında başlanmış, Muzaffer Sökmen ve ondan sonra göreve gelen Melik Salih Nasırüddin Mahmud’un ölümü nedeniyle yapım, 32 yıl sonra Melik Mesûd lakaplı Mevdûd zamanında 620/1223 tarihinde tamamlanmıştır. Bu medresenin inşası Melik Mesûd döneminde bitirildiği için Mesûdiye adıyla tanınmıştır. Güneydeki mihrabın sağındaki pencerelerin birinde bulunan kitabeye göre tasarımını Halepli usta Cafer b. Mahmud, yapımını ise Mesûd isminde biri yürütmüştür. Mesûdiye Medresesi, kesme taştan iki katlı olarak inşa edilmiştir. Yapıya hem kuzeydeki ana girişten, hem de caminin avlusundan girilebilmektedir. Medresenin 590/1194 tarihini taşıyan eyvanındaki kitabesinden dört Sünnî mezhebe yönelik fıkıh medresesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu özelliğiyle Mesûdiye Medresesi, Anodolu’da benzeri bulunmayan bir uygulamaya sahiptir. Mesûdiye Medresesi’nde en geniş manada aklî ve naklî ilimler okutulmuş, bilginler arası ilmi tartışmalar yapılmıştır. Çok eski bir ilim yuvası olan Mesûdiye Medresesi’nin, Anadolu’da kurulan ilk Türk Üniversitesi pâyesini taşıması gerektiğini ileri süren araştırmacılar da bulunmaktadır. Bütün kitabeleri, motifleri, taş yontma kemerleri ve döner taş sütunlarıyla hala ayakta durmaktadır. Medrese günümüzde Şarkiyât Araştırmaları Derneği tarafından kullanılmaktadır.
 5. MUSLİHÜDDÎN LÂRÎ MEDRESESİ Safa Cami Külliyesi içinde yer alan bu medresenin diğer adı da İpâriye’dir. 15. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Çok sayıda eserin yanı sıra Mir’atü’l-Edvar ve Mirkatü’l-Ahbar isimli tarihinde yazarı olan ünlü bilgin Muslihüddîn-i Lârî’nin, Diyarbakır Müftüsü olduğu dönemde bu medresede ders verdiği ve bu nedenle medresenin onun ismi ile de anıldığı bilinmektedir. Lârî, 16. yüzyılın tanınmış bilim adamlarındandır. İran'ın Lâr kentinde doğmuş, bu nedenle kendisine, Lârî-i Acemî de denilmiştir. 1561'de Diyarbakır valiliğine atanan İskender Paşa'nın davetini kabul ederek Diyarbakır'a gelip yerleşen Lârî’ye Hüsrev Paşa Medresesi’nde müderrislik ile Diyar­bakır müftülüğü görevleri verilmiştir. 6. ZİNCÎRİYE MEDRESESİ Ulu Cami’nin güneybatısında yer alan ve Sincâriye adıyla da bilinen bu medresenin yapılış tarihi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Araştırmacıların çoğu, medresenin Artuklulardan Kutbuddin Muzaffer II. Sökmen zamanında 595/1198 yılında inşa edildiğini kabul ederken, bazı yazarlar bunun 634/1236’da Eyyûbî hükümdarlarından Melik Salih Necmeddin dönemine ait olabileceğini ileri sürmektedirler. Medresenin güney batı duvarındaki bir kitabe parçasından, mimarının İsa Ebû Dirhem olduğu anlaşılmaktadır. Açık medreseler plan tipinde, iki veya tek eyvanlı plan şemasına uygun olarak tek katlı yapılmıştır. Kesme taştan yapılan medresenin giriş kapısı ile ön cephesinin ayrı bir yapısı bulunmaktadır. Bezemesi olan ön cephede diğer aynı dönem yapılarında olduğu gibi zengin süslemeler burada görülmemektedir. Plan olarak diğer Anadolu medreselerinden biraz farklılıklar göstermektedir. Medrese, gerek mimari organları ve gerekse dekorları bakımından Güneydoğu Anadolu Medreseleri grubuna girer. Medresenin dört cephesindeki kemerlerin üstü ayetlerden oluşan kitabelerle süslüdür. Cami ile arasında bir takım kemerli bağlantılara ait duvar kalıntıları olması sebebiyle Ulu Camii Külliyesi’ne dâhil ve Mesûdiye Medresesi’ni tamamlayan bir yapı olarak kabul edilmektedir.
 SUR İLÇE ULAŞIM
 Şehre havayolu, karayolu, demiryolu ile ulaşmak mümkündür. Diyarbakır'a her gün Ankara,İstanbul ve İzmir’dan düzenli olarak Antalya,Adana ve Bursa'ya ise haftanın belirli günlerin de seferler düzenlenmektedir.Sivil-askeri havalimanı olan Diyarbakır Havaalanı şehir merkezine 6 km. uzaklıktadır. Diyarbakır Tren İstasyonu adındaki bir gar bulunmaktadır. Adana'dan Elazığ'a giden Fırat Ekspres Diyarbakır Tren İstasyonu'nda durmaktadır. Bölgesel Trenler bazında Diyarbakır-Batman, Diyarbakır-Kurtalan ve Diyarbakır-Adana güzergahları vardır. Diyarbakır'dan Türkiye'nin her yerine otobüs ile yolculuk mümkündür. Otogar şehir merkezine 4 km. uzaklıktadır.İlin bazı illere olan karayolu uzaklıkları şöyledir : İller Adana Adıyaman Ankara Gaziantep İstanbul İzmir Elazığ Malatya Mardin Mersin Siirt Şanlıurfa Konya Uzaklık (Km) 536 207 940 329 1.381 1.436 162 263 86 610 216 184 950
 SUR İLÇE NEBİLER MAKAM
I SUR İLÇESİNDE BULUNAN PEYGAMBER MAKAMI
 Peygamber kelimesi, Farsça kökenli olup “haberci”, yani “Allah’tan haber, vahiy getiren demektir. Dilimizde bu kelimeyi “elçi” sözü karşılamaktadır. Hz. Âdem (a.s.)'den (MÖ 10.000) son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Allah Teâlâ her ümmete bir peygamber göndermiştir. Sur İlçesinde olduğuna inanılan ve bazı kaynaklarda bu inanışı destekleyici bilgilerin de bulunduğu “Nebiler(Peygamberler)” hakkında, peygamber olup olmadıkları konusunda bir yoruma girmeden kaynaklarda geçen bilgileri aktarmakla yetinilmiştir.
 SUR İLÇE HZ İLYAS A.S
 1. NEBÎ İLYÂS (A.S.) VE MAKAMI Hz. İlyâs (a.s.), Kur’ân- ı Kerim’de iki defa ismen zikredilmekte, mümin kullardan olduğu, putperest inancıyla mücadele ettiği ve daha sonra gelenler arasında hayırla anıldığı belirtilmektedir İlyâs (a.s.)'ın milâttan önce 9. yüzyılda İsrail Kral­ları Ahab (MÖ 874–853) ve oğlu Ahazya (MÖ 853–852) döneminde İsrail Krallığı’nda yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu konudaki rivayetlere göre Kral Ahab putlara tapıyor ve kavmini de buna zorluyordu. İlyâs (a.s.) onları “Ba'l” adlı puta tapmayı bırakıp Allah'a kulluğa davet etti. Kral Ahab, İlyâs (a.s.)'ın davetine uyarak putperestliği terk etti. Bir ara karısı İzebel, komşusunu öldürterek bahçesini ele geçirince Allah onları uyarmak ve bahçeyi iade etmelerini, aksi takdirde cezalandırılacaklarını bildirmek üzere İlyâs (a.s.)’ı görevlendirdi. Kral Ahab buna kızarak tekrar putperestliğe döndü ve İlyâs (a.s.)’ı da öldürmeye kalkıştı. Bunun üzerine İlyâs (a.s.) yedi yıl dağlarda ve mağaralarda kendi halinde münzevi bir hayat sürmeye başladı. Hz. İlyâs (a.s.)’ın bir süre kaldığı bu yerin/makamının Diyarbakır’da olduğuna inanılmaktadır. Burasının, Sur İlçesi Hasırlı Mahallesi, Küçükbahçecik Sokak No:21’de bulunan, günümüzde ikametgâh olarak kullanılan ve tarihi özelliği kısmen kaybolmuş Sinagog olduğu aktarılmaktadır. 1265/1848 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Yahudi Seyyah Benyamin Haşeni, şehrin ayrı bir kesiminde yaşayan 250 Yahudi aile hakkındaki gözlemlerini eserinde naklederken Hz. İlyâs (a.s.)’ın Diyarbakır’da bir dönem bulunduğuna dair bilgiler vermektedir: “Çoğu dinimizi biliyor. Kutsal kitaplarımız ve peygamberlerimiz kalplerinde yer edinmiştir. Sinagog’da mevcut olan küçük bir oda daima kapalı tutulmaktadır. Bu oda Yahudiler ve diğer dinlere mensup kişiler için kutsaldır. İnançlarına göre Hz. İlyâs bu odada peygamberliğini ilan etmiştir.” Diyarbakır şehri Yahudiler için Tevrat’ta geçen Kalne şehri olarak kabul edilmektedir.
 SUR İLÇE HZ YUNUS A.S
2. NEBÎ YÛNUS (A.S.) VE MAKAMI Yûnus (a.s.), Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen peygamberlerden biridir. Kur’ân-ı Kerim’de, Hz. Yûnus (a.s.)’ın ismi dört yerde açıkça zikredilmiş; iki yerde ise onu yutan balık münasebetiyle, “balık sahibi” anlamlarına gelen “Zü’n-nûn ve sahibu’l-hût” kelimeleri ile anılmıştır. Yüce Allah; Yûnus (a.s.)’ı, İlyâs (a.s.)’dan sonra, Peygamber olarak göndermiştir. Yûnus (a.s.)’ın kavmi, putlara tapardı. Yüce Allah; onları, putlara tapmaktan, inkârdan ve bu husustaki hatalarından dolayı tövbe etmelerini istemiş ve Allah'ın birliğine inanmalarını emretmek üzere, Yûnus (a.s.)’ı göndermiştir. Kaynaklarda Hz. Yûnus (a.s.)’ın geniş topraklara hükmeden Asurluların Dicle Nehri’nin doğu yakasında bulunan başkentleri Ninova şehrine, MÖ VIII. yüzyılda peygamber olarak gönderildiği bilgisi bulunmaktadır. Yûnus (a.s.)’ın II. Yereboam devrinde yaşadığı tahmin edilmektedir. Yûnus (a.s.), otuz üç yıl, kavmini, putperestlikten vazgeçip tevhid inancını benimsemeye çağırmış fakat kendisine, iki kişiden başka iman eden olmamıştır. Bunun üzerine Yûnus (a.s.) kavminin ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terk etmiş, münzevi bir hayat sürdürmüş ve bu halde iken vefat etmiştir. Hz. Yûnus (a.s.)’ın makamı (bir süre kaldığı yer), Sur İlçe Merkezinde, Fis Kayası mevkiinde, Şehir surlarının altında bulunan Fis mağaralarıdır. Bu konuda Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinde, Eski Musul’da oturan Hz. Yûnus (a.s.)’ın, o bölgenin halkını Hâk Dine çağırdığını, tek bir kimsenin bile imana gelmemesine üzülüp Musul halkına beddua edince eski Musul’un harap olduğunu, daha sonra Âmid’e geldiğini ve halkın tamamının mucize istemeden Müslüman olmasına çok sevinip “İliniz, bayındır, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü, soylu ve doğru yolda olsun” diye hayır dua ettiğini ve Fis Kayası denilen yerde bulunan mağarada yedi yıl ikamet ettiğini nakletmektedir. Yine Evliyâ Çelebi’nin aktardığına göre, o zamanda, Amalak kızlarından olan Melike, Yûnus Peygambere iman ederek Müslüman olmuş ve Hz. Yûnus (a.s)’ın öğretimiyle şehri, şimdiki Sur İlçesi İçkale’yi, sert kara taştan Fis Kayası’nda inşa etmiştir. Bu bilgiler de Yûnus (a.s.) ile Sur’un birlikteliğini pekiştirmektedir. SUR İLÇE TÜRBELER
 EVLİYÂ TÜRBELERİ
 Evliyâ kelimesi “velî” kavramının çoğuludur. Velî, Allah’ın dostu ve sevgili kulu demektir. İlahi rızaya yönelen, kalbini kirlerden arındıran, ibadet ve taatini yapmakta istekli olan insanlar, Allah nezdinde seven ve sevilen kul mertebesine erişirler. İşte bu mertebeye erişen kişiye Allah dostu anlamında “veli” denir. Kur’ân’da salih ve muttaki olan müminlerin Allah’ın dostu (velî) olduğu bildirilmiştir. Bir kudsi hadiste Allah’ın veli kullarına olan yardımı şöyle anlatılmıştır: “Allah bir kulunu sevdiği zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur”. Anadolu'nun İslâm yurdu olmasında, üzerinde yaşadığımız toprakların vatana dönüşmesinde önemli hizmetlerde bulunmuş olan bu şahsiyetlerin, evliyâların tanınmasında, tarihî ve millî şuurun canlı tutulmasında türbeler önemli bir rol oynamaktadır. Sur İlçesinde evliyâ’ya ait birçok türbe bulunmaktadır. Bunların içinde en tanınmış olanları; Sultan Şücâ, Şeyh Yûsuf, Şeyh Abdülcelîl, Lala Bey, Sarı Saltûk, Zincirkıran, Mîr Seyyaf, Fatih Paşa, İskender Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa türbeleridir. Şevket Beysanoğlu’nun belirttiğine göre şehrin Dağ Kapı ve Urfa Kapı dışındaki mezarlıkta birçok ünlü kişinin, devlet ve sanat adamlarının mezarları, kümbetli türbeleri bulunmaktaydı. 1930’dan sonra bu mezar ve kümbetler kentin sur dışına yayılması için tamamen yıktırıldı. Mezar taşları Kâmil Tayşı’nın belediye başkanlığı sırasında, yapılmakta olan Yenişehir altyapısında kullanıldı. Böylece Sur’un tarih, kültür ve sanatını inceleyecekler için önemli bir belge niteliğinde olan kaynaklara ulaşma imkânı yok oldu. Bu nedenle bazı türbelerin yeri tespit edilemediği gibi, medfûn şahıslar hakkında aydınlatıcı bilgilere de ulaşılamamıştır. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında, müspet ilme ve akla en büyük değeri veren Yüce İslâm’ın aydınlığından yararlanan bir coğrafyada; bazı bölgelerde ve yörelerde, insanları hayrete hatta dehşete düşürecek tarzda bid’at ve hurafelerin taraftar bulmasını, özellikle türbe ziyaretlerinden şifa istenmesini, dilekte bulunulup ağaçlara bez ve çaput bağlanılmasını, nazar boncuğu vb. şeylerden medet dilenilmesini, akılla, mantıkla ve yüce Dinimiz İslâm’la bağdaştırmak asla mümkün değildir. İlçe genelinde tespit edilebilen türbeler hakkında bilgiler. 1. ARAKÇÎN BABA ZİYARETİ Arakçîn Baba olarak bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencaî'nin kabri, Dağ Kapısı'na bitişike sahâbe olduğu söylenen Sahad bin Ebî Vakkas’ın medfûn olduğu aynı yerdedir. “Baba” kelimesi, tasavvuf terimi olarak şeyh, mürşid manasına gelmektedir. Tasavvufta şeyh, müridin ruhanî/manevî babası sayılır. Sağlığında “baba” olarak tanınan şeyh ve mürşitlerin kabirleri, ölümlerinden sonra da bu unvanla anılmıştır. Arakçîn Baba olarak bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencaî, Kafkasya'dan, Mazenderân Eyaleti’nin Berzenc Bucağı’ndan, 13. yüzyılda göç ederek şehrimize yerleşmiş bir din adamı ve tasavvuf ehlidir. Arakçîn Baba'nın soyundan birkaç müftü yetişmiştir. Bu nedenle, bu aileye “Müftîzâdeler” denildiği bilinmektedir. Şeyh Mehmed-i Berzencaî’ye “Arakçîn Baba” denilmesi başına örttüğü “Arakçîn” sebebiyle olabilir. 2. ARAP ŞEYH TÜRBESİ Arap Şeyh Türbesi, 1054/1644 ve 1060/1650 tarihlerinde birer sene Diyarbakır Valiliği yapan Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılan Yeni Kapı civarındaki Arap Şeyh Camii’nin kuzeyinde ve avlu içerisinde yer alır. Türbenin cami ile bağlantısı tespit edilememiştir. Bu cami yapılırken belki de burada “Arap Şeyh” adlı bir zat medfûn idi. Kara Mustafa Paşa camiyi yaptırırken hem camiye onun adını vermiş hem de türbesini yaptırmış olmalıdır. Etrafına beton bir saçak yaptırılarak bir süre şadırvan olarak kullanılan türbe, yakın zamanda Vakıflar Bölge Müdürlüünce orijinal haline kavuşturulmuştur. Türbe her haliyle açık türbelerin bir örneğidir. Tamamen taştan yapılmış olan türbenin tek değişik yanı, kemerlerin hemen üzerinden başlayan beyaz taşlardan yapılmış şerittir. 3. BÂB-I KÂL/BAVEKÂL) TÜRBESİ 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’nde, Şüheda-i Kirâmdan Bâb-ı Kâl Hazretlerinin, Hindî Baba civarında medfûn olduğu belirtilmektedir. Kabir taşında “Bâb-ı Kâl Hazretleri” yazan bu türbe halk arasında “Bavekâl Türbesi” olarak bilinmektedir. Şehitlerden olduğu söylenen Bâb-ı Kâl Hazretlerinin mezarı, bugün Merkez Bankası’nın arkasındaki sokağın başında bulunmaktadır. 1957 yılında kabir onarılmış ve etrafına duvar örülmüştür. Bâb-i Kâl Hazretlerinin kimliği hakkında bilgi edinilememiştir. “Baba” kelimesi tasavvuf terimi olarak şeyh, mürşid manasına gelmektedir. Buna göre Bâb-ı Kâl, Pîr manasındadır. Farsça bir kelime olup yaşlı kişi, ihtiyar anlamına gelir Pîr kelimesi tasavvufta şeyh, mürşit manasında kullanılır. 4. BEYAZ TÜRBE/AKMEZAR Sur İlçesi Pazar Mahallesi’nde Beyaz Türbe olarak bilinen bir ziyaretgâh bulunmaktadır. Burada medfûn şahsın hayatı ve kimliği hakkında kaynaklarda herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Fakat halk arasında burada medfûn şahıs, Âmid (Diyarbakır)’ın fethi sırasında burada şehid düşen bir komutan olarak bilinmektedir. Bu inanışı destekleyen bir bilgi de, bu türbe ile aynı sokakta yine Diyarbakır’ın fethinde şehid düştüğüne inanılan kişilere ait birden fazla kabir bulunmasıdır. 5. BIYIKLI MEHMET PAŞA VE KABRİ 4 Kasım 1515 tarihinde Diyarbakır Beylerbeyiliğine atanan ilk Osmanlı valisi olan Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515–1520 yılları arasında Diyarbakır’daki ilk Osmanlı eseri olan Kurşunlu diye de anılan Fatih Paşa Camii’ni inşa ettirmiştir. 928/1521 tarihinde vefat eden Bıyıklı Mehmet Paşa, kendi inşa ettirdiği caminin doğusunda bulunan hazirede, bahçede medfûndur. Bıyıklı Mehmed Paşa, 922/1516 senesinde Yavuz Sultan Selim tarafından Diyarbakır’a ilk Osmanlı valisi olarak tayin edilmiştir. İdris-i Bitlisî’nin yardımıyla Musul, Mardin ve el-Cezire’nin diğer beldelerini alarak Diyarbakır’da altı sene görev yapmıştır. Mehmed Paşa, Kurşunlu Camii’nin inşası için birçok arazi ve emlakini de vakfetmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa bölgede otoriteyi sağlamış, halkın sevgisini kazanmış bir devlet adamıydı. Halk tarafından bölgeyi ve şehri Şiî Safevilerden kurtardığı için “Fatih Paşa” olarak anılmıştır. Mehmet Paşa’nın mezar taşında “Kahraman, cömert, eli açık, merhum ve mağfur Muhammed Paşa dünyadan ahirete göç etmiştir. Allah onun kabrini kıyamet ve hesap gününe kadar nurlandırsın” yazmaktadır. 6. DABANOĞLU TÜRBESİ Dabanoğlu Türbesi, Sur İlçesi, Dabanoğlu Mahallesi, Dabanoğlu Sokak, Numara 28’de bulunmaktadır. 1696 tarihinde Diyarbakır’da vali olarak görev yapan Tabanzâde Daltaban Mustafa Paşa tarafından yaptırılan, şimdi mevcut olmayan Dabanoğlu Mescidi yakınında bulunmaktadır. 1960’lara kadar harabe olup daha sonra onarılan türbenin kime ait olduğu bilinmemektedir. Caminin Tabanzâde Daltaban Mustafa Paşa tarafından buraya inşasından evvel orada bulunan kabrin, caminin adı ile anılmaya başlandığı söylenebilir. Fakat sonradan asıldığı anlaşılan levhada “Daltabanzade Mustafa Paşa ö. 1702 ruhuna el-Fatiha” yazısı görülmektedir. 7. HALVET BABA TÜRBESİ Halvet Baba Türbesi, Sur İlçesi Cevat Paşa Mahallesi’nde, Hz. Süleyman Camii’ne yakın bir sokakta bulunmaktadır. Türbede medfûn Halvet Baba’nın tam ismini Diyarbakır Salnâmelerinden öğrenmekteyiz. 1316/1898, 1317/1899 ve 1318/tarihli Diyarbakır Salnâmelerinde, Şeyh Tahir-i Halvetî’nin eizze-i kirâmdan olduğu ve İçkale’de bulunan türbesinin bakımının yapıldığı bilgisi bulunmaktadır. Lakabından Şeyh Tahir’in, Halvetiyye Tarikatı’na mensup bir şeyh olduğu anlaşılmaktadır. Hayatı hakkında ayrıntılı bilgi edinilememiştir. 8. HANÇERİ GÜZEL Sur İlçesi Lalebey Mahallesi Uçak Sokak’ta, Meryem Ana Kilisesi’nin 50 m. aşağısında aynı isimle anılan caminin kenarında “Ahsenülhançer” lakablı, Ebu’l-Muhsin künyeli, sahâbe olduğuna inanılan Hançer Güzâr (r.a.)’ın medfûn olduğu bir türbe bulunmaktadır. Fakat 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Hançer Güzâr’ın sahâbe değil, “eizze-i kirâmdan” yani evliyadan olduğu belirtilmiştir.1317/1899 tarihli Salnâme’de ise aynı ifadelerle türbenin bakımının yapıldığı bilgisi bulunmaktadır. Türbe üzerinde bulunan kitabede de burada medfûn kişi, “Hançer Güzâr” olarak isimlendirilmektedir. 9. HİNDÎ (HİNDİSTANLI) BABA ZİYARETİ 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda eizze-i kirâmdan Hindî Baba Hazretlerinin Aynızülal mevkiinde medfûn olduğu belirtilmektedir. Hindî Baba’nın medfûn olduğu Aynızülal mevkii, bugün Sur İlçesi İnönü Caddesi’nde, Çift Kapı ile Tek Kapı arasında, Postane binasının karşısına tekabül etmektedir. Ermiş bir zat olduğu kabul edilen Hindî Baba’nın Hindistan’dan geldiği, Diyarbakır’a yerleşip uzun süre ayakkabı tamirciliği yaptığı ve ölümünden sonra da Çift Kapı yakınındaki bugünkü yerine defnedildiği aktarılmaktadır. Günümüzde Hindlî Baba’nın kabri demir parmaklıklarla çevrilidir. 10. İMAM ÂKİL TÜRBESİ İmam Âkil Türbesi, Sur İlçesi, Çarıklı Beldesi, Adaklı (İmam Akil) Köyü’nde etrafı duvarla çevrili, içinde mescit de bulunan küçük bir mezarlığın içinde yer almaktadır. Adaklı Köyü, Sur’un güneyinde, ilçe merkezine 12 km. mesafededir. Hz. Ali’nin büyük kardeşi Hz. Akîl’in Baki Mezarlığı’nda medfûn olduğu bilindiğine göre burada medfûn şahıs, Hz. Âkil’in neslinden biri olabilir. Köy halkı burada medfûn şahsın, Hz. Ali (r.a.)’ın kardeşi “İmam Ukayl” olduğuna inanmaktadır. Burada medfûn “İmam Ukayl”ın kimliği hakkında bir bilgi edinilememiştir. 11. İNCE VE ARAP TÜRBESİ Sur İlçesi, Cevat Paşa Mahallesi’nde, İçkale’de, Hz. Süleyman Camii’nin üst kısmında eski adliye binasının doğusunda İnce Arap adıyla anılan bir türbe bulunmaktadır. Burada medfûn olan Arap erkek; İnce veya İnci ise bayandır. Bu şahısların hayatları ve kimlikleri tam olarak bilinmemektedir. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, eizze-i kirâmdan Çifte Evliyâ Hazretlerinin, isimlerinin bilinmediği, kimlikleri hakkında en meşhur görüşün Havariyyun’dan (Hristiyan din adamları) oldukları bilgisi bulunmaktadır. Bu türbede medfûn kişilerin Mervani hükümdarı Nasruddevle Mansur ve eşi olabileceği de ileri sürülmektedir: “Nasruddevle Mansur 489/1096 yılında Cizre’de vefat etti. Cenazesi Âmid’e getirilerek karısı Sittünas tarafından Dicle’ye bakan kayalıkların üzerinde sarayın üst tarafında yaptırılan kubbeye defnedildi. Daha sonra karısı da aynı yere defnedildi. Bu mezarın halen Adliye binası olarak kullanılan eski vilayet konağı arkasında ve Dicle nehrine nazır İnce ve Arap türbeleri denilen kubbeli türbe olması muhtemeldir.” 12. KAMIŞLI ZİYARETİ Sur İlçesi Abdaldede Mahallesi’nde bulunan Kamışlı Ziyareti, Abdal Dede Türbesi olarak da bilinmektedir. Burada medfûn şahsın hayatı ve kimliği hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Etrafı duvarlarla çevrili, üstü açık kabrin içi her yıl kendiliğinden yeşeren kamış bitkisiyle kaplanmaktadır. Ziyaret ismini bu kamışlardan almaktadır. 13. LALA KÂSIM BEY TÜRBESİ Lala Kâsım Bey Türbesi, Sur’un güneybatı çeyreğinde, kendi adıyla anılan mahallede Lalebey ile Dörtler Sokağı'nın kesiştiği kavşağın güneyindeki Lala Kâsım Bey Camii’nin kuzeydoğu köşesinde, alt katta bulunmaktadır. Akkoyunlu eseri olan caminin kuzeydoğu köşesinde alt katı türbe, üst katı hücre şeklinde bir oda bulunmaktadır. Türbe, Lala Kasım Bey’in kendisine ait değildir. Zira Lala Kasım Bey 942/1535 yılında vefat etmiş ve amcası Murad Bey tarafından Kalkan (Şerbetîn) Köyü’nde defnedilerek mezarı üzerine de bir kümbet yaptırılmıştır. Burada Abdullah Halife isminde bir zat medfûndur. Türbeye hücrenin güneyindeki merdivenden inilebilmektedir. Caminin Eğil Beylerinden Kasım Bey tarafından yaptırıldığına bakarak bu türbenin Kasım Bey’in yakınlarından birine ait olduğu söylenebilir. Bu durumda türbenin 16. yüzyılda yapılmış olması muhtemeldir. 14. MUSLİHUDDİN LÂRÎ VE KABRİ 16. Yüzyılın tanınmış bilim adamlarından olan Muslihuddîn Lârî, 916/1510 yılında bugün İran sı­nırları içinde bulunan Lâristan bölgesinin merkezi Lâr şehrinde doğmuş, bu nedenle kendisine, Lârî-i Acemî de denilmiştir. Lârî, çağının büyük bilginlerinden özellikle Mîr Gıyâseddin Mansûr ve Mîr Kemâleddin Hüseyin’den ders almış sonra İstanbul'a gelerek tanınmış bazı Osmanlı bilginleriyle, özellikle Ebussuud Efendi ile tanışmış, din bilimlerinde ve tasavvufla ilgili konularda geniş ve derin bilgiye sahip olduğunu göstermiştir. 967/1560'da Diyarbakır valiliğine atanan İskender Paşa'nın davetini kabul ederek Diyarbakır'a gelip yerleşen Lârî’ye Hüsrev Paşa Medresesi müderrisliği ile Diyar­bakır müftülüğü görevleri verilmiştir. Lârî bu görevini hayatının sonuna kadar sürdürmüştür. İskender Paşa'nın saygı ve güvenini kazanan Lârî, İskender Paşa’nın Ahmet, Derviş ve Mehmed isimli oğullarına özel dersler vererek onların iyi bir öğrenim görmelerini sağlamış, İskender Paşa'nın kurduğu vakfın vakfiyesini de o yazmıştır. Muslihuddin Lârî, aklî ve naklî ilimler­de geniş bilgiye sahipti. 15. ÖZDEMİROĞLU OSMAN PAŞA TÜRBESİ Sur İlçesi Fatih Paşa Mahallesi, Kurşunlu Camii İç Sokak’ta Fatih Paşa Camii’nin batısında Diyarbakır’ın 16. Valisi Özdemiroğlu Osman Paşa’nın sekizgen planlı, giriş bölümü almaşık örgülü türbesi bulunmaktadır. Türbe, Mimar Sinan'ın eserleri arasında sayılmaktadır. Caminin doğusunda ise 928/1521 tarihinde vefat eden, camiyi inşa ettiren Bıyıklı Mehmed Paşa medfûndur Özdemiroğlu Osman Paşa, 979/1571’de Diyarbakır’a vali olarak atanmış, bu görevi dört yıl yürütmüştür. Soyu, anne tarafından Abbasi Halifelerine dayanır. Şecaati, dirayeti, sadakati ile tanınmış çağının en babayiğit kahramanı olarak anılan Osman Paşa cesur bir komutan olmakla birlikte büyük bir devlet adamı idi. Başarılarından dolayı Divan-ı Hümayun’da 2. Vezirliğe getirilen Osman Paşa, 992/1584’te Doğu Serdarlığı ile vezir-i azamlığa yükseltilmiştir. 995/1587 senesinde, 60 yaşında Tebriz’i aldıktan sonra dönüşte Tebriz yakınlarında vefat etmiş, naaşı vasiyetine uyularak kethüdası Yahya Efendi tarafından Van üzerinden Diyarbakır’a getirilerek Fatih Paşa Camii’ndeki türbeye defnedilmiştir. 16. SANCI ZİYARETİ Sancı ziyareti, Husrev Paşa Mahallesi’nde, Hüsrev Paşa Camii’nin 500 m. ilerisinde bulunmaktadır. Burada bulunan mezarın uzunluğu 4,5 metredir. Burada medfûn zatın kimliği hakkında bilgi edinilememiştir. 17. SARI SALTÛK TÜRBESİ Sarı Saltûk Türbesi, Urfa Kapı'nın iç tarafında Turistik Cadde ile Melik Ahmet Paşa Caddesi’nin kesiştiği köşe noktada Saltuk Camii’nin yanında bulunmaktadır. Diyarbakır’ın fethinden önce inşa edildiği ileri sürülen türbede, sanduka şeklinde bir mezar ve bir kenara konulmuş sarık şeklinde iki mezar taşı bulunmaktadır. Bu türbede medfûn kişinin kimliği hakkında elimizde kesin bir delil bulunmaktadır. Fakat Sarı Sâdık lakabı ile meşhûr Gülşeniyye Tarikatı’na mensup Şeyh Sâdık Ali Efendi’nin medfûn olduğu tahmin edilmektedir. Siyah taştan kümbet şeklinde yapılmış olan türbenin kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Türbenin bitişiğinde mescid de bulunmaktadır 18. SEYFÜLMÜLÜK TÜRBESİ Seyfülmülük Türbesi, Sur’un 11 km güneyinde Dicle Nehri’nin kenarında, Sur İlçesi Karpuzlu Mahallesi Seyfülmülük mezrasında, mezra kabristanı içinde, Şeyh Güzel’in türbesi ile yan yana bulunmaktadır. Türbe, kare şeklinde, siyah bazalt kesme taşlardan örülmüştür. Günümüzde türbe dış cephesinin boyanması nedeniyle taş duvarlar görünmemektedir. Türbe içinde Seyfülmülük ile birlikte Şeyh Mehdi diye meşhur Nakşibendî tarikatı şeyhlerinden Mehmet Mehdi Yüksel de medfûndur. 19. SİNOĞLU CAMİİ ZİYARETİ İbn-i Sin Cami, Sur’da kendi adıyla anılan semtte bulunmaktadır. Caminin yaptıranı ve yapım tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak 16. yüzyılın başlarında, 1518–1540 tarihleri arasında yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Evliyâ Çelebi, camiyi, Şemsi Efendi isminde birisinin yaptırdığını belirtmektedir. Bu cami avlusunda bir ziyaret bulunduğu ifade edilmektedir. Fakat günümüzde bu ziyaretin yeri ve burada medfûn şahsın kimliği bilinmemektedir. 20. ŞEYH ABDÜLCELÎL (SAFA CAMİİ) TÜRBESİ Şeyh Abdülcelîl Türbesi, Safa Camii’nin doğu kısmındaki avlusunda bulunmaktadır. Burada medfûn şahsın kimliği hakkında bilgi edinilememiştir. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimari yapısından 15. yüzyılın ortalarında veya 16. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Türbe kesme taştan yapılmış, sekizgen gövdelidir. İçten kubbeli olan türbe, dıştan oluklu kiremitle kaplı pramidal çatıyla örtülüdür. Türbeye kuzey yönünde bulunan basık kemerli bir kapıdan girilmekte, içerisi ışığı doğu batı cephelerinde yer alan pencerelerden almaktadır. Türbenin güney duvarında bir mihrap ve bu mihrabın sağ ve solunda birer küçük niş vardır. 21. ŞEYH GÜZEL TÜRBESİ Şeyh Güzel Türbesi, Sur’un 11 km. güneyinde, Dicle Nehri’nin kenarında Karpuzlu Mahallesi Seyfülmülük mezrasında, bulunmaktadır. Şeyh Güzel’in oğlu Mehmet Yaşar Barslan, babasının 1903 Diyarbakır doğumlu olduğunu, dedelerinin Bağdat’tan buraya göç ettiğini, Şeyh Güzel’in 1981 yılında vefat ettiğini ifade etmektedir. Kadirî olan Şeyh Güzel Barslan Diyarbakır’da yaşamış seyyid olan şeyhlerdendir. O, Mardin ve çevresinde yaşayan seyyid şeyh Seydoş’un ailesi Bube’dendir. 22. ŞEYH MATAR Sur İlçesi, Özdemir Mahallesi, Balıkçılarbaşı semtinde dört sütun üzerine oturan minaresinden ötürü Dört Ayaklı Minare ve Şeyh Matar diye bilinen tarihi bir cami bulunmaktadır. 906/1500 yılında ismini de aldığı Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından yaptırılan bu caminin bulunduğu arsa içinde Şeyh Mutahhar’ın mezarının bulunduğu bu sebeple caminin Şeyh Matar adıyla da anıldığı kaydedilmektedir. 23. ŞEYH SEYDOŞ Sur’un 11 km. güneyinde Dicle Nehri’nin kenarında Karpuzlu Mahallesi Seyfülmülük mezrasında, mezra kabristanı içinde Seyfülmülük Türbesi ve Şeyh Güzel türbesi ile birlikte sonradan yapıldığı anlaşılan Şeyh Seydoş Türbesi de bulunmaktadır. 24. ŞEYH YÛSUF TÜRBESİ Halk arasında Şeyh Yûsuf el-Hemedânî adı ile bilinen türbe, Sur İlçesi, Melikahmet Mahallesi Kesmeli Sokakta, Şeyh Yusuf (Tabakhane) Camii’nin avlusunda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, eizze-i kirâmdan Şeyh Yusuf el-Hemedânî’nin Diyarbakır’da cami-i şerifi haziresinde medfûn olduğu belirtilmektedir. Ancak burada medfun olan Şeyh Yûsuf, Ahmed Yesevî’nin hocası ünlü mutasavıf Şeyh Yûsuf el-Hemedânî ile karıştırılmamalıdır. Çünkü bu ünlü mutasavvıfın türbesi bugün Türkmenistan’ın Merv şehrindedir. Türbede ve içerisindeki sandukada herhangi bir kitabeye rastlanmamaktadır. Bu bakımdan türbenin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 25. TİL-ALO KÖYÜ ŞEYH ALİ TÜRBESİ Merkez Sur İlçesi, Karaçalı Köyü’nde Şeyh Ali Türbesi bulunmaktadır. Karaçalı Köyü, Sur'dan 14 km. uzak olup, Silvan'a giden yolun sol tarafına düşmektedir. Türbe, köyde bulunan tepenin doğusunda mezarlık içinde bulunmaktadır. Türbenin duvarı sıvayla örtünmüş ve boyanmıştır. 26. YUSUF RÂİF EFENDİ TÜRBESİ Yusuf Râif Efendi’nin medfûn olduğu türbe, Sur İlçesi, İskenderpaşa Mahallesi, Telgrafhane Sokakta, İskender Paşa Camii’nin haziresinde bulunmaktadır. Burada İskender Paşa’nın torunlarından Rufâi Tarikatı icazetine sahip, tasavvuf ehli olan Yusuf Râif Efendi ile birlikte eşi, kızı ve bir torununun kabri bulunmaktadır. Sur’da bulunan türbeler arasında İskender Paşa Cami Türbesi’nin ayrı bir özelliği vardır. Planı oldukça alışılagelenin dışındadır. Yapı iki kısımdan meydana gelmiştir. Kuzeyinde oldukça gösterişli mihrabı ve kemerli pencereleri bulunan tek kubbeli bir mescit, onun güneyinde ise türbe kısmı bulunmaktadır. 27. ZİNCİRKIRAN TÜRBESİ Zincirkıran Türbesi, Sur İlçesi, Dabanoğlu Mahallesi, Direkhane Sokak’ta Nasuh Paşa Camii’nin güneyinde bulunmaktadır. Türbe içerisinde birbirine yakın iki sanduka bulunuyorsa da bunların kime ait olduğu ve medfûn şahısların kimlikleri bilinmemektedir. Fakat bu türbenin, Nasuh Paşa Camii’ni de yaptıran Nasuh Paşa tarafından yakın akrabaları için veya 1014/1599 yılında beş ay şehrimizde valilik yapmış olan Zincirkıran Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Türbe dışına sonradan asıldığı anlaşılan tabelada “Nebi Ogeda ve oğlu Hz. Yunus Peygamberin Oğlu” yazmaktadır. Bu bilginin doğruluğu teyit edilemediği dayandığı kaynak da tespit edilememiştir. 28. ZÜBEYDE VE LEYLA HANIMLAR TÜRBESİ Zübeyde ve Leyla Hanımlar Türbesi, Sur İlçesi, İnönü Mahallesi, Gazi Caddesi üzerinde, Nebi Camii’nin kıble bahçesinde bulunmaktadır. Bu türbeyi 1717–1720 yılları arasında valilik yapan Köprülü Abdullah Paşa, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin kızı olan eşi Zübeyde Hatun ve kızı Leyla Hanım için yaptırmıştır. Türbenin 1131/1719 senesinde yapıldığı ve Zübeyde ile Leylâ Hanımlara ait olduğu mezar taşlarında bulunan kitabelerden anlaşılmaktadır. Türbede bulunan kıble duvarına yakın mezarda Zübeyde Hanım, diğer kabirde ise Leylâ Hanım medfûndur.
 SUR İLÇE İSLAMLA TANIŞMASI
 SUR’UN FETHİ VE SAHABELER
 Sahâbe, sözlükte, arkadaş, dost anlamlarına gelir. Çoğulu sahâbe veya ashabdır. Terim olarak, Hz. Peygamber (s.a.v) devrine yetişmiş, Müslüman olarak Hz. Peygamber (s.a.v)’i görmüş, O’nun sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak ölmüş olan kimselere sahabî/sahâbe denir. Sahabî kadın olursa, sahabiyye ismini alır. Sahâbelerin toplam sayısı hakkında kesin bir rakam söylenmemekle beraber çoğu kaynaklar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in vefatında yüz binin üzerinde sahabînin hazır bulunduğunu ifade etmişlerdir. Sahâbiler, İslâm’ı yaymak ve fetihler vesilesiyle birçok bölgeye ulaşmışlardır. En son vefat eden sahabînin 110/728 yılında vefat eden Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsıle el-Leysî olduğu bilinmektedir. Gerek hadis rivayetinde, gerekse Kur’ân’ın sonraki nesillere muhafaza edilerek aktarılıp öğretilmesinde, ilk kaynak olmaları bakımından Sahâbelerin önemi büyüktür. Onlar İslâm’ın korunması ve yayılması yolunda hayatlarını ve her türlü değerlerini ortaya koymuşlardır. Bundan dolayı onlar, Müslümanların en hayırlı nesli olma şerefine ermişlerdir. Sur’da sahâbe ve evliyâ’ya ait birçok kabir ve türbe bulunmaktadır. Bunların içinde en tanınmış olanları; Hz. Süleyman Camii haziresinde bulunan Şehid Sahâbîler Türbesi ile Sultan Şücâ, Şeyh Yûsuf el-Hemedânî, Şeyh Abdülcelîl, Lala Bey, Sarı Saltûk, Zincirkıran, Mîr Seyyaf, Fatih Paşa, İskender Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa türbeleridir. Hz. Ömer döneminde hicri 15/636 yılında meydana gelen Yermuk savaşı sonrası Şam bölgesini ele geçiren Müslüman orduları, yönlerini o zamanki adıyla el-Cezire olarak isimlendirilen Fırat-Dicle havzasının kuzey yönüne, yukarı Mezopotamya’ya çevirdiler. Şam’dan bu bölgeye gönderilen İyâz b. Ganm (r.a.) (ö. 20/641), komutasındaki sekiz bin kişilik ordu içinde bin sahâbe de bulunmaktaydı. İyâz b. Ganm (r.a.) komutasında Diyarbakır önlerine gelen İslâm ordusunun komutanları arasında vazife taksimi yapıldı ve Sur (Âmid) şehir surlarının hangi kapısında hangi komutanın duracağı belirlendi. Buna göre; İyâz b. Ganm, Tell Kap’ısını (Mardin Kapı); Saîd b. Zeyd, Rum Kap’ısını (Urfa Kapı); Muâz b. Cebel, Cebel Kapı’sını (Dağ Kapı) ve Hâlid b. Velid de Babu’l-Mâ’yı (Yeni-Dicle Kapı) tutmuştur. O dönemde Bizans, İmparator Heraklius (610–641) tarafından şehir de Meryem-i Dârâ isminde bir kadın tarafından yönetiliyordu. İyâz (r.a), Melike Meryem’e bir mektup yazarak şehri kendilerine teslim etmesini istedi. Meryem-i Dârâ ise verdiği cevapta şehri teslim etmeyi reddetti ve yaptığı hazırlıklarla savaşmayı tercih ettiğini gösterdi. Bunun üzerine Hz. İyâz (r.a.), Âmid’i kuşattı ardından kuşatma devam ederken Palu, Hani, Silvan gibi yerlerin fethedilmesinin doğru olacağını düşünerek buralara içlerinde sahâbelerin de bulunduğu birlikler gönderdi ve bu bölgeler fethedildi. Buna karşın Âmid’in kuşatması beş aya ulaşmasına rağmen şehir hâlâ alınamamıştı. Şehrin fethi hakkında kaynaklarda şu rivayet aktarılmaktadır: Kuşatmanın beşinci ayında iken Hâlid b. Velid (r.a.) kendisine ekmek getirmekle görevli Hummâm’a “Azık mı tükendi! Neden üç akşamdır ekmek yok” diye sordu. Her akşam ekmeği bıraktığını söyleyen Hummâm, dördüncü akşam, o günün azığı olan ekmeği Hz. Halid’in çadırına bıraktıktan sonra gizlice çadırı gözetlemeye koyuldu. O anda kale duvarının dibinden bir köpeğin gelerek Hz. Halid’in çadırına girdiğini ve azığını kaçırdığını gördü. Bunu üzerine köpeği takibe koyuldu. Köpeğin kale duvarı dibindeki sur içinden dışarıya su akan bir suyolundan/oyuğundan şehre girdiğini tespit etti (Eski hükümet konağının bahçeler cihetindeki sur duvarında). Durumu Hâlid b.Velid (r.a.)’a haber verdi. Hz. Halid’in köpeğin şehre tekrar döndüğü suyolunu görmek istemesi üzerine ona suyolunu gösterdi. Hz. Halid (r.a) suyolunu gördükten sonra “Allahu Ekber” diyerek Allah’a şükretti. Derhal askerlerine durum hakkında bilgi verip “Ben bu suyolundan içeri girmeye karar verdim. Sizden canlarını Allah ve Resulü için feda etmeye hazır yüz adam istiyorum.” dedi. Gönüllü askerleri seçtikten sonra durumu ordu komutanı İyâz b. Ganm’e bildirdi ve yanındaki askerler ile birlikte o suyoluna gitti. Hz. Hâlid (r.a.) önden girerek, tünelin dar olması sebebiyle gönüllü askerlerden yalnız 80 askerle birlikte tünelden şehre girebildi. İri cüsseleri sebebiyle tüneli geçemeyenler geri dönerken şehit oldu. Tüneli geçebilen askerlerden de bazısı çarpışmalarda şehid oldu. Halid b. Velid ile birlikte şehre girebilen gönüllü askerlerden isimlerini bilebildiğimiz 10 kişi şunlardır: Âmir b. el-Ahves, Huzeyfe b. Sâbit, İmrân b. Bişr, [Selâme b. Ye’sûb, Mâcid b. Talha, Müsennâ b. Âsım, Sâlim b. Adiy, Mâlik b. Hafs, Hattâb b. Câbir ve Efleh b. Sâ’ide]. Hz. Halid (r.a.)’in ardından hafif silahları ile şehre giren askerleri gören kale muhafızları şaşkına dönmekle birlikte derhal savunmaya geçtiler. İçerde şiddetli bir çatışmalar başladı. Hz. Hâlid (r.a.), 10 askere, sur kapısını hemen açmalarını emretti. Onlar da kapıyı kırarak (İçkale’den hastanelere çıkan yol üzerindeki kapı, Fetih Kapısı) açmaya muvaffak oldular. Bunun üzerine şehrin dışında bekleyen Hz. İyâz (r.a.) komutasındaki ordu da açılan kapıdan şehre girdi. İçkala’de, bugünkü Hz. Süleyman Camii’nin bulunduğu yerde sabaha kadar yaşanan çatışmalar sonucu Hz. Hâlid’in oğlu Süleyman (r.a.) ile birlikte yirmi kadar sahâbe orada şehit oldu. Sonunda Hz. İyâz (r.a.)’ın yönetimindeki ordu Sur’u (Âmid’i) 18/27 Mayıs 639 tarihinde fethetti. Sabah olunca Hz. İyâz, Âmid halkının silahlarını toplattı ve şehir meydanında toplanan halka bir konuşma yaptı. Bu konuşmada “Allah size karşı bize zafer ihsan etti. Şayet Allah Teâlâ peygamberimizi rahmet peygamberi olarak gönderip de müminlerin kalplerine merhamet vermeseydi savaştığınız için hepinizi kılıçtan geçirirdim. Fakat rabbimiz bize ‘Takvâ sahipleri öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever’ buyurmuştur. Şimdi sizden dileyen Müslüman olsun, dileyen de yıllık cizye vergisi vermek şartıyla kendi inançlarını sürdürsün” dedi. Halka iyi muamelede bulunuldu. Halkın büyük bir kısmı kendi isteğiyle İslâmiyet’i kabul etti. Bunu üzerine ilk iş olarak şehrin ortasındaki Mar-Toma Kilisesi’nin üçte ikilik kısmı (zamanla kilisenin tamamı) camiye çevrildi. Hz. İyâz (r.a.), sahabeden Sa’saa (r.a.)’ı şehrin valiliğine getirdi. İçlerinde sahâbelerin de bulunduğu beş yüz kişilik bir süvari birliğini onun emrine vererek fetihlere devam etmek üzere Diyarbakır’dan ayrıldı. Mardin ve civarını aldıktan sonra Musul’a yöneldi. 17/638-20/641 yılları arasındaki seferlerle hemen hemen el-Cezîre bölgesinin tamamını İslâm topraklarına katan İyâz (r.a.), Rakka'da iken Halife Hz. Ömer (r.a.)’dan Şam'a dönmesini ve hasta olan Yezîd b. Ebû Süfyân'ın ölümü halinde idareyi ele almasını bildiren bir mektup aldı. Bunun üzerine Şam’a ulaşmak için yola çıktıysa da Humus'a vardığında vefat etti ve Hâlid b. Velid (r.a.)’ın kabri yanına defnedildi. İyâz (r.a.)’ın ailesinin Sur’da (Âmid'de) kaldığı, bu şehirdeki Ebû Eyyûb ailesinin onun soyundan geldiği kaynaklarda belirtilmektedir. Örneğin onun neslinden geldiği ifade edilen Şeyh Musa’nın türbesi Dicle İlçesi Tepebaşı (Şeyh Malan) Köyü’nde bulunmaktadır (Bkz. Şeyh Musa Türbesi). Yukarıda aktarılan Sur’un fethi, burada, Merkez Ulu Cami’de bulunan, dönemin Müftülük Kâtibi Seyyid Feyzullah Yusuf Efendi tarafından 1218/1803 tarihinde kaleme alınan Osmanlıca el yazma bir belgeden de aktarmak istiyoruz: Bismillâhirrahmânirrahîm Halife-i Sânî Hazreti Risalet Penahi Emirü’l-Mü’minîn Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) Efendimiz Hazretlerinin livâ-i beyzayi hilafeti, yed-i müeyyidelerine teslim olunduğunda, seyf-i sarım-i şeraitle ümem-i Fürs ve Rûm’u kahr u tedmir ve memâlik ve büldânı feth ve teshir buyurdukları sırada, İş bu Sur (Amid) Kalesi ile civarında bulunan bilâdın teshiri hususuna serasker tayin buyurmuş oldukları İyâz b. Ganm (radıyallahu anh) Hazretleri, maiyetlerinde bulunan fırka-i celîle-i muvahhidîn ile kale-i mezkûre pişgahine satvet-i endâz-ı iclâl buyurduktan sonra kibâr-ı ashâbtan Hâlid b. Velîd (radıyallahu anh) Efendimiz Hazretlerini ebvâb-ı kaleden şimdiki Yeni Kapı demekle ma’rûf olan Şet Kapı pişğahine, Sa’d b. Zeyd (radıyallahu anh) Hazretlerini Rum Kapı tarafına bi’t-ta’yin, kendileri dahi fırka-i celîle-i bâkiye ile bizzat Mardin Kapı pişgahine nasb-ı hiyâm. Ve esbab-ı muhasarayı itmâm ve ikmâl buyurup ve beraber bulunan ashab-ı kirâmdan mürekkeb bir meclis-i mahsus akd olunup, meclis-i mezkurede inare-i misbâh müzakere ve kalenin feth-u teshîri babında idareyi miftâh müşâvere ile hulasa-i kavl ve karar. Ve nekâve-i mütalaa ve efkâr olan suret-i memdûhe üzerine, kale-i mezkûrenin melikesi olan Meryem binti Dârâ’ya teslimi kaleyi mutezammin yazdıkları mektuba, adem-i muvafakât cevabı alınmasıyla, kalenin muhasarasına teşmiri sâid ihtimam birle, müeddet-i muhasara beş mahi reside ve ravda-i zâhire lutf-i nâsıri mutlaktan nesimi anber şemim feth ve nusret zübde olmakla beraber Hz. Halid (radıyallahu anh) Efendimiz cemaat-i müslimin ile salât-ı mağribi ba’de’l-edâ, hayme-i mahsusalarına avdet ve sâim oldukları cihetle iftara niyet buyurduklarında, ğulamların teheyyi eyledikleri reğayifin fikdanını haber verdiğine ve fikdan-ı nevaledennaşi mâ-i sâfi ile iktifa. Mütevaliyen üç gün bu hal ile imrar-ı subh ve mesâ buyurduklarına mebni dördüncü gün reğayifi mezkûrenin beher akşam fikdanı yüzünden olduğu bade’l-istingah kaleden bir kelb çıkagelip reğayifi ekl ile kaleye gittiğini ve şimdiki hükümet sarayının nezdindeki surda bulunan suyolu fürcesinden kale derununa girdiğini gelip arz etmeleriyle, kaleye duhule böyle bir fürce bulunmasından beşâret ve bu suretle teshiri kaleyi maksude nusrethane-i eltaf Samedani’den işaret hâsıl olup şirdılan-i ashab-ı kiramdan seksen nefer-i merd-i şecaat eser bi’l-intihab, Halid b. Velîd Hazretleri peşrevleri oldukları halde fürce-i merkumeden takrib-i latîf ile leylen derun-i kaleye duhûl. Ve ebvab-ı erbaadan her bir kapıya tayin olunan yirmişer nefer kapılara vusûl birle ebvab-ı mezkûreyi miftah-i şecaat ve muzafferiyetle feth-i himmet ve harici surda olan ashab-ı kiram ile birleşerek gülbanın tekbiri mele-i âlâya ref’ ile derûn-i kalede muharebe ile bezl-i mesai ve mukderet buyurup, Cenâb-ı Hayru’n-nâsırîn’in lutf-i celili ilahileriyle fırka-i küffârı münhezim ve tarumar. Ve ruusi menhuselerin tame-i şimşir kahr ve damr ettiklerinde melike-i kale olan Meryem-i Dârâ ru’b ve heras ile canib-i Rûm’a firar. Ve müteakiben şahidi subh sabahet eser ve mihri cihantab hacetse piger şevk ve envar musirret iktiranını izae ve bedidar etmesiyle zuhur-i tebaşir-i sabahu’l-hayr muvaffakiyet. Ve buşur-i menaşiri zafer ve nusrete binaen bakiye-i suyûfi mücahidin olan taifeyi mehayifinin bir takımı tahsil-i iman ve bir takımı da duhul-i daru’l-emâne istiman ederek ihrazi destemaye-i dini mübin edenler taltif ve fırka-i gayr-i müslime dahi tahsisi istihsali cizye-i şeriyye ile ta’nif olduktan sonra serasker İyâz b. Ganm’in emriyle kenais-i kaleden Mar Toma Kilisesi evsan ve esnamdan tathir ve zümreyi muvahhidin için cami ittihazi ile tamir olunup, kibar-ı ashâbdan ve alemdaran-ı resul-i rabbü’l-erbabdan iş bu cami-i şerifin hazîre-i mahsusesinde defini haki itri-naki rahmet ve muntazırı kıyam-ı saat olan Sultan Sa’saa (radıyallahu anh) Hazretleri beş yüz nefer rüfeka-yi kiram ile kale-i mezkûreye emir tayin ve Serasker İyâz b. Ganm (radıyallahu anh) Hazretleri tevabi’-i kalede ma’dud olan muhal-i satireyi fetih ve teshire teveccühsaz azim ve yakin buyurmuş Emir Sultan Sa’saa, inde’l-gaza vücud-i âlilerine isabet eden cerihalardan müteessiren biraz sonra azım-i hüsnü’l-hak’a ve muntakıl-i daru’l-huld-i ukbâ olmuş olduğundan, İş bu cami-i şerifin hazîre-i meşhuresinde makbur ve uyûni enâmdan mestûr buyurmuştur deyu mervidir. el-İlmu indallâh. Seyyid Feyzullah Yusuf Efendi, Diyarbakır Müftülük Kâtibi, 1218/1803” Bazı araştırmacılar, Sur’un fethinden sonra birçok kez şehrin Bizans orduları tarafından kuşatıldığını ve bu kuşatmalar esnasında cereyan eden muharebelerde pek çok Müslüman’ın şehit düştüğünü, dolayısıyla da Sur’daki türbelerin bunlara ait olabileceğini ileri sürmektedirler. SUR İLÇE SAHABE TÜRBELERİ SUR’DA BULUNAN SAHABE KABİR VE TÜRBELERİ Sur İlçesinde tespit edilebilen sahâbe kabir ve türbeleri hakkında bilgiler: 1. MÂLİK–İ EJDER (ECDER) TÜRBESİ Merkez Sur İlçesi, Balıkçılarbaşı Semti Aşefçiler Sokağında, Sur’un fethine katılan sahâbelerden Mâlik b. el-Haris el-Eşter’in medfûn olduğu söylenen bir türbe bulunmaktadır. Mâlik el-Eşter (r.a.), Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbelerdendir. İyâz b. Ganm (r.a.), onu, Diyarbakır’a öncü kuvvet olarak göndermiş sonra kendisi arkasından Diyarbakır’ın fethine katılmıştır. Fakat Mâlik b. el-Eşter’in (r.a.) fetih sırasında şehid olmadığı, aksine fetihten sonra Sur’dan ayrıldığı bilinmektedir. Ayrıca Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’ın, Hz. Ali (r.a.) tarafından 36/657 yılında Cezire ve Diyarbakır valiliğine tayin edildiği daha sonra Mısır’a gönderildiği ve oraya ulaşamadan Mısır yolu üzerindeki Kulzum’da 38/658 vefat ettiği rivayeti göz önünde bulundurulduğunda burada bulunan türbe “Mâlik” isimli başka bir kişiye veya Mâlik b. el-Eşter (r.a.)’in neslinden birine ait olabilir. Bu konuda, Ebubekir Feyzi, Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik -i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde burada medfûn sahabenin ismini Mâlik Azur olarak vermektedir. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de ise bu türbede medfûn kişinin ismi, “Mâlik -i Ecder” olarak zikredilmektedir. Günümüzde kullanıldığı şekliyle “Mâlik -i Ejder” isminin, “Mâlik -i Ecder” isminin, telaffuz kolaylığı nedeniyle bozulmuş hali olduğu anlaşılmaktadır. Mâlik -i Ecder Türbesi’ni Nakip Efendi'nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 m. ebadında küp şeklinde olup siyah taştan yapılmıştır. Fakat günümüzde dış duvarlar son dönem çinileri ile kaplandığı için tarihi özelliği kaybolmuştur. 2 MÎR SEYYAF/KARADENİZ TÜRBESİ Sur İlçesi, Hasırlı Mahallesi Karadeniz 2. Sokak’ta halk arasında Karadeniz Ziyareti olarak da bilinen türbede, Sahâbe-i Kirâm’dan olduğuna inanılan Mîr Seyyaf medfûndur. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Sahâbe-i Kirâmdan Mir Seyyaf Hazretlerinin Karadeniz diye isimlendirilen yerde medfûn olduğu ve türbesinin bakımlı olduğu kaydedilmektedir. Kesme ve moloz taşlardan yalın bir tarzda yapılmış olan türbe, kare gövdeli, beşik tonozla örtülü bir yapıdır. Türbenin giriş cephesinde, kapının solunda bir penceresi vardır. 2. MÎR SİYAP TÜRBESİ Şeyh Matar (Dört Ayaklı) Camii’nin avlusunda, minare yakınında Sahâbe-i Kirâm’dan olduğuna inanılan Mîr Siyap (r.a.)’ın medfûn söylenmektedir. Buna karşın 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Şeyh Matar Camii haziresinde eizze-i kirâmdan Şeyh Mutahhar Hazretlerinin medfûn olduğu belirtilmektedir. Şeyh Matar’ın kimliği ve burada olduğu söylenen türbe hakkında başka da bir bilgiye ulaşılamamıştır. 3. SA’D (SAHAD) B. VAKKAS VE KABRİ Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun arkasında, çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir bulunmaktadır. Mezar taşlarından birinde sonradan yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” yazısı bulunmaktadır. Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî medfûndur (Bkz. Arakçîn Baba Türbesi). “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde belirlenen kabirde Diyarbakır’ın fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna inanılmaktadır. Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı bilinmektedir. Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına dair bilgi bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır. Ayrıca Hz. Sa’d (r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır. Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu mezarın, “Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir sahabîye ait olduğu düşünülebilir. Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e ithaf ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde, çarşı içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade etmektedir. 4. SAHÂBE ABDURRAHMAN KABRİ Sur İlçesi’nde, İsmet Paşa İlkokulu’nun karşısında bugün Eğitim ve Halkla İlişkiler Derneği (EHİDER) isimli eğitim kuruluşunun okuma salonu açtığı evin bahçesinde Sahâbe-i Kirâm’dan Abdurrahman (r.a.)’ın medfûn olduğu, 942/1535 tarihli bir vakfiyeye istinaden ileri sürülmektedir. 11 Şevval 942/1535 tarihli Seyyid Ömer mühürlü mahkeme tescilli vakfiyenin son sayfasında şöyle denilmektedir: “Adı geçen mahallede eski medrese ve Şeyh Said’in Cündiye ve Kadiriye tekkesi de denilen evde malum makam ve eski bir ziyaret ve sahâbe Abdurrahman (r.a.)’ın medfûn olduğu ev ise, şu anda biz içinde oturuyoruz, bizden sonra zürriyetim ve akrabalarım oturacaktır. Fakirler de yedi gün misafir edilirler. Bu ev saygındır, ihmal etmeyin, boş sanmayın, ruhaniyetle doludur, sakın ona karşı saygısızlık etmeyin” denilmektedir. Bu vakfiyeye binaen, Örfioğulları ailesinden Tevfik Güven ve Taner Güven ile Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat tarafından Sahâbe Abdurrahman’ın (r.a.) medfûn olduğu yer tespit edilmiş ve bu gün burası ziyaret haline gelmiştir. Eskiden bu evde Örfîzâde Tekkesi şeyhi, Örfîzâde Şeyh Yunus Efendi ve 02.04.1938 tarihinde vefat eden oğlu Örfîzâde Şeyh Ömer Efendi ikamet etmekteydi. İsmet Paşa İlkokulu’nun bulunduğu yerde ise Örfîzâde Tekkesi bulunmaktaydı. Günümüzde bu Rufâî tekkesinden geriye sadece çeşmesi kalmıştır. Sahâbe Abdurrahman’ın hayatı hakkında ise herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. 5. SULTAN SA’SAA (R.A.) VE KABRİ Sahâbeden Hz. Sa’saa (r.a.)’inin kabri, Sur İlçesi’nde Gazi Caddesi üzerinde, Hasan Paşa Hanı’nın karşısında, 1926 yılında yıktırılan Hz. Sa’saa Camii’nin haziresinde bulunmaktaydı. Bugün yapılan kazı neticesinde, yıktırılan caminin temelleri görülebilmektedir. Futûhu’ş-Şâm adlı eserde Âmid’in fethinden sonra şehirde 12 gün kalan İyâz b. Ganm (r.a.)’in, şehrin asayişini muhafaza ve idaresi için sahâbeden Sa’saa el-Abdî (r.a.)’yi şehrin valiliğine tayin ettiği, Sa’saa’nın emrine amcaoğulları ve Araplardan oluşan beş yüz kişilik bir süvari birliği verdiği ve Diyarbakır’dan ayrılarak fetihlere devam ettiği kaydedilmektedir. Şehre vali olarak atanan Hz. Sa’saa, fetihten bir müddet sonra (bazı kaynaklara göre altı ay sonra) vefat etmiş ve Diyarbakır’da defnedilmiştir. Yakın zamana kadar müstakil türbesi olduğu bilinen tek sahâbî Hz. Sa’saa (r.a.)’dır. Türbe, Ulu Cami ile Hasan Paşa Hanı arasındaki Sa’saa Cami haziresinde bulunmaktaydı. Sultan Sa’saa Camii, 1860 tarihinde onarım geçirmiş, 1904 tarihinde ise minare eklenmiştir. Bu türbenin, 1926 yılında dönemin Belediye Başkanı Nazım Önen tarafından cami ile beraber yıktırılarak bahçe haline getirildiği ifade edilmektedir. Bu alan Belediye Bahçesi diye bilinen Celal GÜZELSES parkının içinde kalmıştır. 2007 yılı sonlarında Hz. Sa’saa Cami ve Türbesi’nin bulunduğu alanda gerçekleşen kazı çalışmalarında, yıktırılan cami ve türbenin temelleri ortaya çıkarılmıştır. Hz. Sa’saa (r.a)’ın naaşının cami yıktırıldıktan sonra defnedildiği mezardan çıkartılıp Dağ Kapı dışında şimdiki Adliye Sarayı mevkiinden Kurt İsmail Paşa Camii’ne kadar olan bölgede bulunan ve Diyarbakır’ın o günlerde en büyük mezarlığı olan Rızvanağa Mezarlığı’na nakledildiği de ifade edilmektedir. Dağ Kapı dışındaki mezarlık bölümü de şehrin sur içinden sur dışına taşınması döneminde yerleşime açıldığı içi sahâbeden Hz. Sa’saa (r.a.)’ın nerede medfûn olduğu tam olarak bilinmemektedir. 1308/1890 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’nde Hz. Sa’saa (r.a)’ın tam ismi Sa’saa b. Mâzin el-Medenî (r.a.) olarak verilmektedir ve şehrin ortasında kendi adını taşıyan Sultan Sa’saa camiinin avlusunda medfûn olduğu belirtilmektedir. Hz. Sa'saa (r.a)’ın, Sa'saa b. Sûhân olması ihtimali özerinde duran araştırmacılar da bulunmaktadır. Hz. Sa’saa’nın tam ismi Diyarbakır’ın fethinin en geniş biçimde anlatıldığı Futûhu’ş-Şâm adlı eserde Sa’saa el-Abdî (Sa’saa b. Amr b. Savhan el-Abdî) olarak verilmektedir. 6. SULTAN ŞÜCÂ’ TÜRBESİ Sultan Şücâ’ Türbesi, Sur İlçesi, Gazi Caddesinde, Mardin Kapı’nın yanında bulunmaktadır. 1316/1898 tarihli Salnâme-i Diyarbekir’nde, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Sahâbe-i Kirâmdan Sultan Şücâüddin Hazretlerinin, Hz. Ömer cami civarında medfûn olduğu ve türbesinin bakımlı olduğu belirtilmektedir. 1316/1898 ve 1317/1899 tarihli Salnâmelerde ise Sahâbe-i Kirâm’dan Sultan Şücâüddin hazretlerinin türbesinin mefruşatının yenilendiği ve türbe etrafındaki bahçenin alınarak çevresine duvar çekildiği bilgisi bulunmaktadır. Osmanlı döneminde bu türbenin bakım ve onarımı amacıyla “Şücaüddin Türbesi Vakfı” da kurulduğu bilinmektedir. Sultan Şücâ’ın sahâbe olmadığı Melikşah’ın ahfadından olduğu da söylenmektedir. Çoban Baba ziyareti olarak da adlandırıldığı bilinen Sultan Şücâ’ türbesi, Mardin kapısı civarında, Deliller Han’ının (Kervansaray Otel) karşısında Şücâiye Medresesi ve çeşmeden oluşan yapı topluluğu içinde bulunmaktaydı. Yol açma çalışmaları sırasında medrese yıkılmış, çeşme ise Mardin kapısının batısına, sur dibine taşınmıştır. Bugün cadde ortasında bulunan kare planlı türbenin iç kenarı 4,07, dış kenarı 5,85 metredir. Türbeye doğu yüzünden girilebilmektedir. Türbenin içi dışına nazaran daha zengin görünüştedir. Döşeme hizasından kubbe kilit taşına kadar, bir sıra siyah bir sıra beyaz taş ile örülmüştür. Türbenin iç döşemesi topraktır. 1972 yılında yapılan kazıda türbenin iki katlı olduğu açıklığa kavuşmuştur. Türbenin kare planının cenazelik katında da devam ettiği, kuzey-güney doğrultusunda bir tonoz ile örtüldüğü ve kuzey yüzde, batı köşeye doğru bir kapı olduğu ölçülerle tespit edilmiştir. Bugün türbenin cenazelik kısmı tamamen gömülü bulunmaktadır. Cenazelik kısmı henüz boşaltılmadığından orada bulunan mezar veya sanduka hakkında bilgi edinilememiştir. Diyarbakır’da bulunan türbeler içinde sadece Sultan Şücâüddin türbesi iki katlıdır. Türbenin yakınında bulunan çeşmede Sultan Şücâ'a ait 605/1208 tarihli bir kitabe bulunmaktadır.
/8/CIMG1224
Çeşmede bulunan kitabedeki 1208 tarihine göre türbe, Diyarbakır’a 1183–1231 yılları arasında hâkim olan Artukoğulları devrinde yapılmıştır.Bu tarihlendirme türbenin mimarisiyle de uyuşmaktadır. Bu kitabeye dayanılarak Sultan Şücâ'ın, Melikşah’ın Mehmet isimli oğlundan torunu Sultan Şüca olabileceğini ileri sürenler olduğu gibi bu kabul etmeyen araştırmacılar da bulunmaktadır. Sultan Şüca'ın (r.a.) kimliği hakkında ayrıntılı bilgilere ulaşılamamıştır. ŞEHİD SAHABÎLER TÜRBESİ Bugünkü şeklini Osmanlı dönemindeki ekleme ve onarımlarla alan Sur İlçesi’nde, içkale’de bulunan Hz. Süleyman Camii haziresinde 20’den fazla şehid sahâbe medfûndur. Âmid (Diyarbakır)’in fethine katılıp şehid düşen sahâbîlerin, fetih sonrası Hazreti Süleyman Cami ve Türbelerin bulunduğu alana defnedildikleri, bu alana fetih sonrası Diyarbakır’ın ilk camisinin inşa edildiğini kaynaklarda aktarılmaktadır. Hazreti Süleyman Camii’nde iki ayrı türbe bulunmaktadır. Bunlardan birincisi cami avlusunun güney girişi yanında, caminin batı duvarına bitişik türbedir. Burası “Sahabîler Türbesi” olarak da bilinmektedir. İkinci türbe ise cami harim, ana mekân kapısının karşısındaki türbedir. İlk türbe, ortada çini ile kaplı oda kısmı ile bu kısmın güney ve batı duvarlarını çevreleyen Osmanlı üslubunu yansıtan lahitli mezarlardan oluşmaktadır. Lahitli kabirler Diyarbakır valiliği görevinde bulunan Reşit Mehmed Paşa değişik dönemlerde görev yapmış ileri gelen şahıslar ve bunların yakınlarına aittir. Bu ilk türbe bölümünün 550/1156 yılında İnaloğulları döneminde esaslı bir onarım gördüğü caminin doğu penceresi üzerindeki manzum kitabeden anlaşılmaktadır. 1041/1631 yılında Diyarbakır valiliğine atanan
/11/CIMG1094
 Silahdar Murtaza Paşa tarafından yeniden onartılan şehitliğe medfûn sahabilerin isimlerinin yazıldığı manzum bir kitabe de asılmıştır. Bu türbe 1292/1857 yılında Diyarbakır Valisi Ahmet Tevfik Paşa tarafından da onartılmıştır. Türbenin içi İznik Çinileriyle süslüdür. Türbenin çinili bölümünde ortada üstü kumaşlarla sarılı bir lahidli bir mezar bulunmaktadır. Bu mezarın Silahdâr Murtaza Paşa ait olduğu söylenmektedir. Bunun güneyindeki lahdin ayakucundaki kitabesinde 1121/1709 tarihi okunabilmektedir. Bu taşın dışa bakan kitabesi çiçek motifleri ile süslenmiştir. Kitabenin girişinden ve başucundan, mezarın bir kadına ait olduğu anlaşılmaktadır. Kuzeydoğuda yer alan mezarın ayakucu dış kitabesinde 1068/1657 tarihi okunabilmekte ve kitabesinden Silahdâr Murtaza Paşa’nın kızı Hadice Hanım’ın (ö.1068/1657) burada medfûn olduğu anlaşılmaktadır. Bu türbenin kuzeybatsında ise üç çocuk mezarı bulunmaktadır. Evliyâ Çelebi, Seyahatnâmesi’nde Hz. Halid (r.a)’ın oğlu Hz. Süleyman’ın da medfûn olduğu bu türbeyi, eskiden beri bilinen “Ziyâretgâh-ı Ashâb-ı Güzîn: Seçkin Sahâbelerin
/8/CIMG1217
 Ziyâretgâhı” olarak ifade etmektedir. Şehid sahâbelerin, cami avlusunda bulunan türbenin altındaki, bir zamanlar girilebilen ancak sonradan iniş yeri kapatılmış olan bodrum katta medfûn oldukları bilinmektedir. Buna karşın halkın çoğu bu ilk türbede görünen kısımdaki kabirlerin Osmanlı beyleri ve hükümet erkânından ileri gelenlere ait olduğunu bilmemekte sahâbelere ait olduğunu zannetmektedirler. Daha önce de ifade edildiği gibi sahâbeler bu türbenin altındaki bodrum katta medfûndurlar. Hz. Süleyman Camii’nin iç giriş kapısının karşısında, iç avluda bulunan türbedeki üç kabirde, 1041/1631 yılında Diyarbakır Valiliğine atanan, Diyarbakır’ın 57. Osmanlı Valisi Silahdâr Murtaza Paşa’nın iki oğlu ve eşinin medfûn olduğu, türbe giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeden anlaşılmaktadır. Bu türbenin girik kapısının yanında, nişin içinde bulunan tek kabir ise Osmanlı döneminde Diyarbakır’da valilik yapan Esad Paşa’ya aittir. Hz. Süleyman Camii haziresinde medfûn şehid sahâbîlerin sayısı ve isimleri tam olarak bilinmemektedir. Vâkıdî, Fütuhü’ş-Şam adlı eserinde, Diyarbakır’ın fethi sırasında Hâlid b. Velid (r.a.) ile beraber gizli geçitten Âmid/Diyarbakır şehrine giren bazı sahâbelerin isimlerini vermektedir.
/8/CIMG1218
Aynı esere göre Hz. Hâlid (r.a.), tünelin dar olması sebebiyle gönüllü 100 askerden yalnız 80 askerle birlikte tünelden şehre girebilmiş, tünelden geçebilen gönüllü askerleden bazısı şehid olmuşlardır. Dar tünelden şehre ilk olarak Halid b. Velid (r.a) girmiş onu Âmir b. el-Ahves, Huzeyfe b. Sâbit, İmrân b. Bişr, [Selâme b. Ye’sûb, Mâcid b. Talha, Müsennâ b. Âsım, Sâlim b. Adiy, Mâlik b. Hafs, Hattâb b. Câbir ve Eflah b. Sâ’ide] takip etmiştir. Eserde, bu 11 isim verilmekle birlikte, bu sahabilerden hangilerinin şehit olduğu belirtilmemiştir. Şehitlikteki manzum kitabede burada medfûn 27 sahâbe isim veya künyeleri ile şöyle zikredilmektedir: “Reis-i cümledir Sultan Süleyman Rıdvan, kardeşi Mes’ûd ey can Beşir u Hamza, Amr u Şu’be, Sâbit İki Zeyd, iki Halid biri Nu’mân Muhammed iki, Abdullah üçtür Hasan nam iki, bir Ka’b-i zişan Fudayl u Mâlik ü Fahr u Ebu’l-Hamd Ebu Nasr u Muğire eyle iz’an” Manzûm kitabede zikredilen 27 isim ve künyeyi söyle sıralayabiliriz: Süleyman b. Hâlid (r.a.), Rıdvan (r.a.), Mes’ûd (r.a.), Beşir (r.a.), Hamza (r.a.), Amr (r.a.), Şu’be (r.a.), Sâbit (r.a.), Zeyd (r.a.), Zeyd (r.a.), Halid (r.a.), Halid (r.a.), Nu’mân (r.a.), Muhammed (r.a.), Muhammed (r.a.), Abdullah (r.a.), Abdullah, Abdullah (r.a.), Hasan (r.a.), Hasan (r.a.), Ka’b-i Zişan (r.a.), Fudayl (r.a.), Mâlik (r.a.), Fahr (r.a.)
, Ebu’l-Hamd (r.a.), Ebu Nasr (r.a.), Muğire. (r.a.). Daha önce de belirtildiği gibi Hz. Süleyman Camii haziresinde medfûn şehid sahâbelerin kesin sayısı ve hepsinin isimleri tam olarak bilinmemektedir. Futûhu’ş-Şâm’dan başka Diyarbakır’ın fethine katılan sahâbîlerin isimlerini zikreden başka bir kaynağa ulaşılamamıştır. Burada medfûn sahâbîlerin sayısı, Silahdar Murtaza Paşa tarafından yaptırılan onarımdan sonra caminin batı penceresi üstüne asılan manzum kitabede: “Halid oğlu Fâtih-i Âmid, Süleyman Hazreti Kim yiğirmi dört sahâbeyle olup bunda şehid Kubbenin altında medfûndur sahâbe cümlesi” denilerek 24 olarak verilmektedir. Buna karşın türbede asılı kitabede 27 isim veya künye sayılmaktadır. Şevket Beysanoğlu, şehitlikte Hz. Süleyman (r.a.) ile birlikte en az 25 sahâbenin medfûn olduğunu aktarmaktadır. Orhan Cezmi Tuncer ise türbede 21 sahâbenin medfûn olduğunu belirtmektedir. Bu sayıyı 27 olarak veren araştırmacılar da bulunmaktadır. Diyarbakır Salnâmeleri’nde ise, bir yerde “Hz. Süleyman ve yirmi kadar sahâbe şehit oldu” denilerek kesin sayı verilmez iken başka bir yerde Silahdar Murtaza Paşa tarafından astırılan manzum kitabeye atfen “isimleri sayılan 27 nefer diğer sahâbe-i Kirâm ile beraber medfûndurlar” denilmektedir. Bütün bu bilgiler beraber düşünüldüğünde, şehrin fethi sırasında İçkale’de yaşanılan çarpışmalarda en az 20 sahâbenin şehid olduğu ve yan yana şimdi Hz. Süleyan Camii olarak kullanılan alana defnedildikleri sonucuna ulaşılabilir. Caminin ismini kendisinden aldığı Hz. Halid b. Velid (r.a.)’ın ilk çocuğu olan şehid sahâbî Hz. Süleyman (r.a.) hakkında geniş bir bilgiye ulaşılamamıştır. Hz. Süleyman Camii’nin içinde çerçevelenmiş olarak 1332/1913 tarihli bir manzume asılmıştır. Aşağıda sunduğumuz bu manzume, 1916 yı­lında
 Diyarbakır Jandarma Alayı İdare Emini olarak kentimizde bulunan Mustafa Asım'a aittir: “Ey Şühedanın Süleyman-ı muazzam mefhari Hazret-i Seyf-i Huda'nın necl-i a'zam serveri Kahraman fâtihi sensin bu şehr-i Âmid'in Ceyş-i pâki evliyânın müntehab seraskeri Böyle bir sûr-i metin içre yapılmış beldeyi Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi! Hazret-i Haydâr misali kal'a-i Hayber gibi Bir cihad ettin ki dilşâd eyledin Peygamberi Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser Mazhar-ı gufrân-ı Rahmân oldu kabrin makberi Ravza-i gülşen makamındır ey pâk zât! Zâirine bahşeder envar-i misk u anberi Ya İlâhi! Gazi-i Sultan Süleyman aşkına Bâhş kıl müştakına uhrâda âb-ı kevseri Her gelen züvâre minnet eylerim âdâb ile Fatiha ihlâsı takdim eylesinler her biri Bu mukaddes mescid içre farzını ifâ eden Âbidine müjdeler olsun cinândır yerleri Ey sipehdâr-ı gaza senden tazarru’ eylerim Kıl şefaat Âsım-ı şeydâya ruz-i mahşeri”. Osmanlı döneminde türbenin onarım ve masraflarını karşılamak amacıyla “Süleyman b. Halid Türbe-i Şerifi Vakfı” kurulduğu da bilinmektedir. Bu türbe, Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından “Hz. Süleyman Türbe ve Haziresi” adı ile 12.06.1991 tarih ve 787 sayılı kurul kararı ile tescillenmiş ve korumaya alınmıştır. Şehid Sahâbîler Türbesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü veri tabanında 21.00.01/075 envanterinde numarası ile “Türkiye Kültür Mirasları” arasında kayıtlıdır.